Bir zamanlar İstanbul Boğazı’nda vapura bindiğinizde, denizin kokusuyla birlikte cebinizde bozukluk arar, göz ucuyla vapurun içinden usulca ilerleyen biletçiyi kollardınız. Beyaz gömlekli, lacivert ceketli, kalın deri kemerinden sarkan zımbalı bilet makinesiyle dolaşan o biletçiler, İstanbul'un deniz üstündeki hafızasına kazınmış sessiz figürlerdi.
“Kadıköy, Üsküdar, Karaköy, Eminönü!” diye sayıklayan seferlerde biletçiler, yolcudan çok hikâye toplardı.
Kimisi yaşlı bir yolcunun gözlüğünü bulmak için vapurun altını üstüne getirirdi.
Kimisi üniversite öğrencilerine oturacak yer bulmak için ufak manevralar yapardı.
Kimisi de sabahın serinliğinde hâlâ uykulu gözlerle binen yolculara “Günaydın!” demeyi ihmal etmezdi.
Ve evet, çoğu zaman sadece bilet kesmezlerdi.
Deniz manzarasına karşı dert dinler, kaybolan eşyayı sahiplenip teslim eder, vapurun ahengini kollarlardı.
Zira İstanbul’un denizinde bir düzen vardı, o düzenin içinde de bir insan eli, bir “biletçi selamı” eksik olmazdı.
Bugün artık turnikeler var, temassız kartlar var… Ama “İyi yolculuklar abla”, “Geçen vapuru sen mi kaçırdın dayı?” gibi samimi cümleler yok.
Siz o biletçileri hatırlıyor musunuz?
İçinizde onların sesini, jestlerini, hatta terli alınlarını hatırlayan var mı?
Vapurda insan dokunuşu olmadan, sadece bir QR kodla yol almak sizce de biraz ruhsuz değil mi?
Gelin, İstanbul’un sularında yankılanan o eski bilet seslerine kulak verelim. Anılarınızı ve görüşlerinizi paylaşın, belki de unuttuğumuz o sıcak selamlaşmaları birlikte hatırlarız.




Ve evet, çoğu zaman sadece bilet kesmezlerdi.

Zira İstanbul’un denizinde bir düzen vardı, o düzenin içinde de bir insan eli, bir “biletçi selamı” eksik olmazdı.
Bugün artık turnikeler var, temassız kartlar var… Ama “İyi yolculuklar abla”, “Geçen vapuru sen mi kaçırdın dayı?” gibi samimi cümleler yok.



Gelin, İstanbul’un sularında yankılanan o eski bilet seslerine kulak verelim. Anılarınızı ve görüşlerinizi paylaşın, belki de unuttuğumuz o sıcak selamlaşmaları birlikte hatırlarız.