İstanbul - Beşiktaş - Şeyh Yahya Efendi

El-Azizli

Paylaşımcı Üye
900 (1495) yılında Trabzon’da doğdu. Beşiktaşî Yahyâ Efendi, Müderris, Molla Şeyhzade olarak tanınır. Hayatına dair ilk bilgiler Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuarâ’sında, Âlî Mustafa Efendi’nin Künhü’l-ahbâr’ında, Kınalızâde Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş-şuarâ’sında ve müridlerinden Şâban Efendi’nin soyundan gelen Mehmed Dâî’nin Menâkıb’ında yer alır. Daha sonra yazılan eserlerde ise genelde bu kaynaklara atıf yapılmıştır. Babası Şâmî Ömer Efendi, annesi Afîfe Hatun’dur. Bazı kaynaklarda babasının Amasyalı olduğu kaydedilir (Âlî Mustafa Efendi, vr. 472b). Ömer Efendi’nin Trabzon’da kadılık yaptığı dönemde II. Bayezid’in oğlu Şehzade Selim Trabzon sancak beyi idi. Bu dönemde Ömer Efendi ile şehzade arasında bir dostluk kurulduğunu tahmin etmek mümkündür. Yahyâ Efendi’nin doğumundan birkaç gün sonra Şehzade Selim’in oğlu Süleyman’ın dünyaya gelmesi muhtemelen iki aileyi birbirine daha da yakınlaştırmıştır. Nitekim Şehzade Süleyman’ın annesinin sütü yetmeyince Afîfe Hatun’un şehzadeyi de emzirdiği ve Yahyâ Efendi ile Kanûnî Sultan Süleyman’ın sütkardeşi oldukları belirtilmektedir. Ömer Efendi’nin Trabzon’dan sonra nerede görev yaptığı bilinmemekte, ancak Şam’a döndüğü ve orada vefat ettiği kaydedilmektedir.

Yahyâ Efendi çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Trabzon’da geçirdi. Atâî onun bu dönemde sık sık şehir dışında bir mağarada inzivaya çekildiğini ve bunun yedi yıl sürdüğünü belirtir. Onun aynı dönemde Trabzon’daki medreselerden birinde tahsilini tamamladığı tahmin edilebilir. Yahyâ Efendi, Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışının ardından Şehzade Süleyman’ın maiyetinde ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti (Mehmed Dâî, vr. 13a-b). İstanbul’da tahsilini Zenbilli Ali Efendi’nin yanında tamamladı (Âlî Mustafa Efendi, vr. 473a). Hocasının vefatı üzerine günlük 15 akçe ile Canbaz Mustafa Medresesi’nde müderrislik görevine başladı. Ardından Hacıhasanzâde, Efdâliye, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa, Üsküdar’da Mihrimah Sultan medreselerinde ve 960 (1553) yılında Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi’nin yerine tayin edildiği Sahn-ı Semân Medresesi’nde müderrislik yaptı. Göreve tayininden iki yıl sonra Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi olayı sırasında saraydan çıkarılan annesi Mâhidevran Sultan’ın yeniden saraya alınması için Kanûnî’ye yazdığı bir arîza yüzünden araları açıldı ve görevinden uzaklaştırıldı; ardından günlük 50 akçe ile emekliye sevkedildi (a.g.e., vr. 473a). Âşık Çelebi, Yahyâ Efendi’nin bu duruma çok üzüldüğünü nakleder. Kanûnî Sultan Süleyman’ın Yahyâ Efendi’yi görevinden azletmekle birlikte faaliyetlerine pek müdahale etmediği anlaşılmaktadır. Daha sonraki yıllarda padişahın şeyhe altın ve gümüşten hediyeler gönderdiği, şeyhin de bahçesinde yetiştirdiği bazı ürünleri padişaha yolladığı rivayet edilir (Kınalızâde, II, 883). Görevinden ayrılmasından sonra kendi imkânlarıyla Beşiktaş’ta geniş bir arazi satın aldı ve hayatının geri kalan kısmını burada kurduğu dergâhta geçirdi (bk. ). Onun Boğaz kenarında, Hz. Mûsâ ile Hızır’ın buluştuğu yer olarak kabul edilen Hıdırlık adını verdiği bölgeye rüyasında gördüğü bir şahsın işaretiyle gidip tekkesini kurduğu belirtilir (Âlî Mustafa Efendi, vr. 473a; Mehmed Dâî, vr. 15a-b). Bazı kaynaklarda Yûşa‘ peygamberin Beykoz’daki makamının Yahyâ Efendi tarafından keşfedildiği anlatılır. Kınalızâde Hasan Çelebi onun Anadolukavağı’nda Yoros’ta bir mescid, medrese ve hamam yaptırdığını yazar (Tezkire, II, 883). Menâkıb’da da Yahyâ Efendi’nin sık sık Yoros’a giderek dinlendiği ifade edilir. 9 Zilhicce 978 (4 Mayıs 1571) tarihinde kurban bayramı gecesi vefat eden Yahyâ Efendi’nin cenaze namazı bayram namazından sonra Ebüssuûd Efendi tarafından Süleymaniye Camii’nde kıldırıldı ve dergâhının bulunduğu yere defnedildi. Cenazeye devlet erkânı, ulemâ ve halktan büyük bir kalabalık katılmış, II. Selim’in emriyle dergâhın bulunduğu yere bir türbe inşa edilmiştir.

Yahyâ Efendi’nin ailesi hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Mehmed Dâî, onun İstanbul’a geldiğinde Kanûnî Sultan Süleyman’ın hemşirezadesi Şerife Hatun’la evlendiğini yazmaktadır (Menâkıb, vr. 14b). İbrâhim ve Ali isminde iki oğlunun şeyh unvanı taşıması kendisinden sonra meşihatı bunların üstlenmiş olabileceğini akla getirse de haklarında herhangi bir bilgiye rastlanmadığından bu konuda kesin bir yargıya varmak mümkün görünmemektedir. Hocazâde Ahmed Hilmi, Odabaşı Şeyhi Mustafa Efendi’nin hayatından bahsederken onun Yahyâ Efendi’nin torunlarından Emetullah isminde bir hanımla evlendiğini kaydeder (Ziyâret-i Evliyâ, s. 137). Divan edebiyatının kadın şairlerinden Hubbî Hatun’un da (ö. 998/1590 [?]) Yahyâ Efendi’nin torunu olduğu rivayet edilir.

Yahyâ Efendi’nin hayatında Osmanlı merkezî iktidarı ile ilişkileri önemli olup bu ilişkiler hakkında kaynaklarda ayrıntılı bilgi verilir. Yahyâ Efendi ile Kanûnî Sultan Süleyman arasında Trabzon’da başlayan dostluk İstanbul’da devam etmiş, onun İstanbul’a gelmesini Kanûnî istemiştir. Bu dönemde Kanûnî’nin Yahyâ Efendi’ye ve ailesine karşı saygı duyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kanûnî’nin İstanbul’da inşa ettirdiği ilk mescid Yahyâ Efendi’nin annesi Afîfe Hatun’un adını taşımaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman kendisinden birkaç gün önce doğan Yahyâ Efendi’ye ağabey diye hitap eder ve zaman zaman ziyaretine giderdi. Yahyâ Efendi’nin devlet işlerine karışacak cesareti göstermesi de bu yakınlığı ortaya koymaktadır. Yahyâ Efendi birçok konuda Kanûnî’ye arzlar yazmış, talep veya tavsiyelerde bulunmuştur. Meselâ bir şiirinde İran şahının faaliyetleri hususunda padişahı uyarmış, kızılbaş hareketinin bir fitne olduğunu ve mutlaka bastırılması gerektiğini belirtmiş, bu konuda babasını örnek almasını istemiştir (Divan, vr. 34a, 39b). Hatta kızılbaşlarla mücadele esnasında her türlü şiddete başvurulabileceğini söylemiştir. II. Selim de Yahyâ Efendi’ye büyük saygı gösterir, onu ziyaret eder, bazı konularda kendisine danışır, bazan da hediyeler gönderirdi (Mehmed Dâî, vr. 65b-68b).

Öte yandan Yahyâ Efendi Rüstem Paşa, Sokullu Mehmed Paşa ve Semiz Ali Paşa gibi önde gelen vezirlerle de temas kurmuştur. Kaynaklarda onun saraya sık sık şefaatnâmeler yazarak kendisine başvuranların işlerinin halledilmesine aracı olduğu nakledilir. Ancak bu tavrı devlet işlerine müdahale gibi algılanmış, Rüstem Paşa ve Semiz Ali Paşa ile bazı gerginlikler yaşanmıştır. Rivayete göre Rüstem Paşa, yaptırdığı camiye malzeme temini için Yahyâ Efendi’nin çok önem verdiği mekânlardan Yoros Kalesi’ni yıktırmak istemiş, bunun üzerine Yahyâ Efendi padişaha bir tezkire yazıp paşayı şikâyet etmiştir. Bu müdahaleye çok sinirlenen Rüstem Paşa kalenin hemen yıkılmasını emretmiş, bu amaçla yola çıktığı sırada atından düşmüş, şeyhten özür dilemişse de kabul edilmemiş, neticede çektiği acılar yüzünden ölmüştür (a.g.e., vr. 57a-59a). Bu rivayetin doğruluğu tartışılsa bile Menâkıb müellifi Mehmed Dâî’nin böyle bir olaya yer vermesi Rüstem Paşa ile Yahyâ Efendi arasında bir anlaşmazlığın mevcudiyetini açıkça ortaya koymaktadır. Anlaşmazlığın temelinde muhtemelen Rüstem Paşa’nın Şehzade Mustafa’nın öldürülmesindeki gayretleri yatmaktadır. Yahyâ Efendi’nin Sadrazam Semiz Ali Paşa ile arasının açık olmasının sebebi ise sadrazamın Yahyâ Efendi’nin bir isteğini yerine getirmemesidir. Atâî’nin verdiği bilgiye göre Yahyâ Efendi, bu davranışı karşısında Semiz Ali Paşa’ya gücenmiş, bir süre sonra sadrazam yakalandığı hastalığın sebebini buna bağlayıp özür dileyince araları düzelmiştir (Zeyl-i Şekāik, s. 149). Yahyâ Efendi’nin, müridlerinden Turak Bey’in bir işini halletmesi için Sokullu Mehmed Paşa’ya da bir mektup yazdığı bilinmektedir. Riyâziyyât, hendese, hikemiyyât, felekiyyât ve tıp ilimlerinde bilgi sahibi olduğu belirtilen Yahyâ Efendi’nin (Âşık Çelebi, II, 798) Kanûnî Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın bir hastalığını tedavi ettiği nakledilir. Evliya Çelebi’nin rivayetine göre Yahyâ Efendi’nin bir diğer uğraşı kuyumculuk sanatıdır. Buna göre Yahyâ Efendi, Trabzon’da yaşadığı dönemde Şehzade Süleyman ile birlikte Kostanta adlı bir zimmînin yanında kuyumculuk sanatını öğrenmiştir (Seyahatnâme, II, 53).

Daha çok bir şeyh olarak tanınan Yahyâ Efendi’nin tarikatı konusunda Üveysî olduğu dışında kaynaklarda bilgi yoktur. Yaygın görüş Hızır ile görüşerek ondan icâzet aldığı yönündedir. Bir tarikat silsilesinin bulunmaması, kendisinden sonra tarikatını sürdüren şeyhlerden söz edilmemesi, kaynaklarda daha ziyade müderrislik yönünün ön plana çıkarılması ve adının dönemin ulemâsı arasında zikredilmesi, onun mutasavvıf kimliğiyle ilgili rivayetlerin Mehmed Dâî’den naklen sonradan geliştirilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Menâkıb dışındaki kaynakların önemli bir kısmında onun sadece Beşiktaş’ta bir dergâh kurduğundan söz edilmekte, bunun yanında şairliği, sultana yakınlığı ve müderrisliğine dair rivayetlere yer verilmektedir. Her hâlükârda Yahyâ Efendi, dönemindeki önemli mutasavvıflardan biri kabul edilse bile bu yönünün kendisiyle sınırlı kaldığı, bir gelenek haline dönüşmediği âşikârdır. Zira vefatından sonra tekkesi Kādirî ve Nakşî meşâyihi tarafından kullanılmıştır.

Gayretli ve çok yönlü kişiliği, iktidar zümreleriyle halk arasında bir aracı vazifesi görmesi, fakirlere karşı son derece cömert davranması Yahyâ Efendi’nin saygı duyulan bir şahsiyet haline gelmesini sağlamıştır. Menâkıb’da yer alan, Gülşeniyye’ye ve diğer tarikatlara mensup bazı kişilerin kendisini ziyaret ettiğine dair rivayetler diğer tarikatlar nezdinde de itibar gördüğünü ortaya koymaktadır. Onun zaman zaman bazı camilerde vaaz verdiği anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Ayasofya Camii’ndeki vaazlarını dinlemek için halkın üç gün öncesinden hazırlandığını, caminin bir adım dahi atılamayacak kadar dolduğunu ve cemaatin can kulağıyla şeyhi dinlediğini kaydeder (a.g.e., I, 60). Yahyâ Efendi’nin müridlerinin çokluğuna vurgu yapılsa da iki müridinin ön plana çıktığı ve kendisine hemen her konuda yardımcı olduğu görülür. Bunlar denizlerdeki temsilcisi Baba Turak ile karadaki temsilcisi Hacı Kasım’dır (Mehmed Dâî, vr. 46b-50b). Hacı Ali Efendi ve Koca Köse de dergâha hizmet eden şahsiyetlerdir.

Yahyâ Efendi’yi sadece müslümanların ziyaret etmediği, dergâhın gayri müslimlerin yoğun biçimde yaşadıkları bir bölgede kurulmuş olması sebebiyle çoğu denizci birçok hıristiyanın da onu ziyarete gittiği, bazı konularda kendisinden yardım istediği anlaşılmaktadır. Osmanlı devlet teşkilâtına dair anonim ıslahatnâmeler arasında yer alan Kitâbü Mesâlihi’l-müslimîn’deki bir ifade ile Menâkıb’daki bazı kayıtlar, şeyhin gayri müslimler tarafından müşküllerinin halledilmesinde bir merci olarak kabul edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Kitâbü Mesâlih yazarı, ödemekle mükellef tutulduğu haracın kendisine ağır gelmesinden şikâyet eden bir gayri müslimin çareyi Yahyâ Efendi’ye başvurmakta bulduğunu kaydeder (s. 108). Menâkıb’da (vr. 54b-55a) şeyhin denizde kaybolan veya boğulma tehlikesi geçiren hıristiyanları kurtardığına ve bu sayede müslüman olmalarını sağladığına dair menkıbelere de sıkça yer verilir. Şeyhin ayrıca bölgedeki gayri müslimlerin dilini konuşabildiği Menâkıb’da yer alan bilgilerden anlaşılmaktadır. Meselâ kendisini ziyarete gelen metropolitle Rumca konuşmuş, bu duruma şaşıran ulemâya da on beş dil bildiğini söylemiştir (a.g.e., vr. 55b-57a).

“Müderris” mahlasıyla şiir yazan Yahyâ Efendi’nin şiirleri ölümünden sonra bir divan halinde derlenmiştir. Eserin bilinen tek nüshası Millî Kütüphane Fahri Bilge Bölümü’nde kayıtlıdır (nr. 210). Heath W. Lowry, Yahyâ Efendi ile “Muhibbî” mahlasını kullanan Kanûnî Sultan Süleyman’ın şiire Trabzon’daki çocukluk yıllarında başladıklarını söyler. Yahyâ Efendi şiirlerinde dünya hayatını, bazan da kendini sorgulamakta, siyasî ve içtimaî meselelere temas etmekte, zaman zaman beslenme kültürüyle ilgili mısralar söylemekte, Kanûnî Sultan Süleyman’a tavsiyelerde bulunmaktadır.

Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi
 
  • Beğen
Tepkiler: Emirhan ve Rafet
IMG_20230818_195655


IMG_20230818_195322


IMG_20230818_195734


IMG_20230818_195833


IMG_20230818_203037


IMG_20230818_203054


IMG_20230818_203240
 
  • Beğen
Tepkiler: Emirhan ve Rafet
Yahya Efendi Türbesi

Yahya Efendi Türbesi, İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde, Çırağan Sarayı karşısında, Yahya Efendi Tekkesi’nin bitişiğinde bulunan 1571 tarihli Mimar Sinan eseri kâgir türbedir.

I. Süleyman devrinin ünlü mutasavvıf, âlim ve şairi Yahya Efendi’ye ait türbe, ilk inşası Mimar Sinan tarafından yapılan tekke-tevhithane-medreseden oluşan külliyenin içindedir.[1] Kare plan üzerine tek kubbeli bir ahşap yapıdır.

Birçok tarikat ehli, devlet ricali, ulema, hanedan ve saray mensubu şahıs 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren türbenin haziresine gömülmüş ve türbenin çevresi, 19. yüzyılın ikinci yarısında önce Osmanlı üst tabakasının mezarlığına, daha sonra da padişahın aile mezarlığına dönüşmüştür.[2] Özellikle II. Abdülhamid’in yakınları ve Adile Sultan’ın yakınları buraya defnedilmiştir.

Tarihçe

4 Mayıs 1571’de hayatını kaybeden Yahya Efendi’nin dergahının bulunduğu yere defnedilmesinden bir süre sonra, Yahya Efendi’ye büyük sevgi ve saygısı olan II. Selim’in emri ile kabrinin üzerine türbe; ayrıca dervişler için hücreler ve türbedar için de küçük bir hücre inşa edildi.[3] Türbe; II. Mahmud, Pertevniyal Valide Sultan, II. Abdülhamid tarafından onarıldı.[1] Bugünkü şeklini Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılan onarım sırasında aldı.[4] Türbe son olarak 2011-2013 arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

1903’te tekkenin kapısına tekke mensubu Hacı Mahmut Efendi tarafından tek katlı, dörtgen planlı bir kütüphane inşa ettirildi ve yokuş üzerindeki çeşme yenilendi. Aynı dönemde hazirenin kuzey kesiminde “Şehzadeler Türbesi” olarak adlandırılan bina inşa edildi. Kadın-erkek birçok hanedan üyesi bu binaya defnedilmiştir.[4]

Devrine uygun kalem işleri ile bezeli türbede Yahya Efendi’den başka 11 kişiye ait sanduka vardır. Yahya Efendi’nin ölümünden kısa bir süre sonra türbenin ve tekenin etrafı ona komşu olmak isteyen sevenlerinin mezarları ile dolmuştur.[2] Türbe girişinde ve dışarısında Şeyh Yahya Efendi’nin torunlarına, saray ve hanedan mensuplarına, devrin önde gelen kişilerine, türbedarlara ve müritlere ait mezarlar bulunmaktadır. Kabristanda numaralanmış olarak bulunan taş sayısı 2141’dir.[2] Birtakım şehzadeler, kadın efendiler, ikballer ve sultanlar tekkenin hemen yanına 19. yüzyılın sonlarında Sultan Abdülhamid tarafından yaptırılan ayrı bir türbede yatarlar.

Günümüzde türbe İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü’nün yönetimindedir;[5] ziyarete açıktır.

Türbe içinde sandukası bulunanlar

Yahya Efendi

Yahya Efendi’nin annesi Afife Hatun

Yahya Efendi’nin büyük oğlu İbrahim Efendi

Yahya Efendi’nin küçük oğlu Şeyh Ali Efendi

Yahya Efendi’nin eşi Şerife Hatun

Derviş Ali Efendi

Kanuni Sultan Süleyman’in kızı ve Yahya Efendi’nin manevi kızı “Tasasız” Raziye Sultan

Şeyh Hasan Efendi

Şeyh Mehmet Nuri Şemseddin Efendi

II. Abdülhamid’in kızı Hatice Sultan

II. Abdülhamid’in oğlu Bedreddin Efendi


IMG_1645


IMG_1646


IMG_1647


IMG_1650


IMG_1651


IMG_1652


IMG_1653


IMG_1654


IMG_1655


IMG_1656


2024 03 26 Tarihinde yani bugün çektim

Kut’ül Amare Zaferi Komutanı Halil Paşa mezarı başında anıldı​

Kut’ül Amare zaferinin komutanı Halil Kut Paşa, zaferin 102. yılında Şeyh Yahya Efendi Türbesi’nin bahçesindeki kabri başında anıldı.​


Kut’ül Amare Zaferi’nin 102. yılı dolayısıyla Esenler ve Sultanbeyli belediyeleri ortaklaşa anma etkinliği düzenlendi.

Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu ile Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin ve çok sayıda öğrencinin katılımıyla yapılan kabir ziyaretinde, Kur’an-ı Kerim okunmasının ardından dua edildi.

“Bu zaferi unutturmayacağız ve yeni nesillere aktarılmasına katkı sağlayacağız”

Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, zaferin unutulmaması ve yeniden hatırlanması için hem farkındalık oluşturmak hem de tarihe vefanın gereği böyle bir etkinlik düzenlediklerini söyledi.

“Bu zaferi unutturmayacağız ve yeni nesillere aktarılmasına katkı sağlayacağız. Bu bizim tarihimizde önemli bir kahramanlık, Batı’nın tarihinde de önemli bir yenilgi tarihidir. Bunu yeni nesillere aktarmış olacağız.”

Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin de zaferin 102. yılında iki belediye olarak ortak program düzenlediklerini dile getirerek, “Bu zaferin başkomutanlarından Halil Kut Paşa’yı kabri başında rahmetle andık. Zaferin 100. yılıyla ilgili pek çok program düzenlendi. Biz iki belediye olarak bunu 102. yılında da devam ettiriyoruz.” ifadelerini kullandı.

Kaynak: AA

IMG_1657


IMG_1658


IMG_1659


IMG_1660


IMG_1661


IMG_1662


IMG_1663


IMG_1664


IMG_1665


IMG_1666


[

ABDÜLHAY EFENDİ HAZRETLERİ (ÖZTOPRAK)​

]( )

İstanbul

(d.1884 / ö.1961)

İstanbul’da, Beşiktaş’tan Ortaköy’e giderken, Çırağan sırtlarında bulunan Yahya Efendi Dergâhı’nın son şeyhidir. Abdülhay Efendi Hazretleri’nin dedesi Şerif Ali Efendi, Mekke’den kalkıp İstanbul’a geldi. Bir süre Aksaray Oğlanlar Tekkesi’nin şeyhliğini yaptı. Sonra Tosya’ya giderek Kadiri tarikatı şeyhi İsmail Râmî Hazretleri’nin torunlarından biriyle evlendi. Tekrar Mekke’ye giderek orada yerleşti. Mekke’de Fikri adında bir oğlu oldu. Fikri Efendi, Mekke’den Mısır’a giderek orada yerleşti. Askerlik mesleğine girerek Albaylığa kadar yükseldi. Gördüğü bir rüya üzerine Mısır’dan İstanbul’a gelip Kaygusuz Baba dergâhına intisap etti. Sultanahmet’te bulunan bu dergâha uzun müddet kırba ile su taşıdığı için kendisine “Kırbacı Baba” adı takıldı. Bütün bu hizmetlerine rağmen dergâhın şeyhi kendisini talebeliğe kabul etmedi. Fakat bir gün şeyhin, bir köpeğe attığı artıklarını, köpekle birlikte yemeye teşebbüs etti. Bunun üzerine şeyh kendisini talebeliğe kabul etti. Fikri adını da Sürûrî Fikri şeklinde değiştirdi. Sürûri Fikri Efendi bir süre bu tekkede kaldıktan sonra, Zeyrek Yokuşu başındaki yanmış olan Ümmü Gülsüm Camii’ni tamir ettirdi. Mısır kuyumcularından birinin Zeynep Hanım adındaki kızıyla evlendi. Bu evlilikten Abdülhay Efendi dünyaya geldi. Üç aylıkken babası vefat eden Abdülhay Efendi, annesi tarafından büyütülüp yetiştirildi. Annesi ile birlikte Ümmü Gülsüm Camii’nin meşrutasına yerleşerek hayatlarını sürdürdüler. İleri görüşlü annesi Zeynep Hanım tarafından tahsiline itina gösterildi. Zamanın gereği olan ilimleri tahsil etti. On sekiz yaşında babasının tamir ettirdiği Ümmü Gülsüm Camii’ne imam oldu. Kendisi aslen Kadiri, meşrep olarak da Nakşibendî idi. Son Nakşî şeyhlerinden Gümüşhanevî Dergâhı şeyhi İsmail Necati Efendi’den sülukünu tamamlayıp icazet aldı. Bir aralık Çiçekçi Camii imam hatipliği yaptı. Daha sonra Yahya Efendi Dergâhı’na yerleşerek oranın şeyhliğini yürüttü. Bir yandan da Baytara mektebinde ayniyat muhasipliği yaptı. Sonra bu görevden emekli oldu. Soyadı kanunundan sonra Öztoprak soyadını aldı. 1381 (m.1961) yılında İstanbul’da vefat etti. Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına defnedildi. Arapça ve Farsça bilen Abdülhay Efendi Hazretleri, Fıkıh ve Tasavvuf konularında geniş bilgiye sahipti. Son derece mütevazı ve yumuşak huylu birisi idi. Cömert ve misafirperver olup, sofrasına bir fakir almadan oturmazdı. Onun muhtelif esprilerle sevdiklerine ve yakınlarına yazdığı mektupları, “Abdülhay Efendi’nin Mektupları” adlı bir risalede toplanmıştır.

Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.

IMG_1667


IMG_1668


IMG_1669


IMG_1670


IMG_1671



IMG_1673


IMG_1674


GÜZELCE ALİ PAŞA TÜRBESİ – BEŞİKTAŞ -İSTANBUL

İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Beşiktaş, Çırağan Caddesine cepheli olan Yahya Efendi Dergahı Külliyesi’nin içinde 551. ada, 39. parselde yer almaktadır. Güzelce Ali Paşa on yedinci asır devlet adamlarındandır. Sultan II. Osman devri Sadrazamlarındandır. İstanköy’de 1575 senesinde dünyaya geldi. Babası İstanköy’lü Ahmet Paşa’dır. Anne tarafından, Seyyit’ler dendir. Çocukluğu ve gençliği denizlerde geçti. 1597-1602 yılları arasında beş sene Dimyat Beylerbeyi ve 1602 yılında Yemen Beylerbeyi oldu. On dört yıl boyunca Tunus, Mora ve Kıbrıs Beylerbeyi görevlerinde bulunduktan sonra, Kubbe Veziri oldu. 1617 yılında Kaptan-ı Derya oldu. Ali Paşa, Sultan I. Mustafa’nın padişah olması üzerine görevinden alındı ve yerine Kara Davut Paşa tayin edildi. Ancak kırk gün sonra Davut Paşa azledildi ve Ali Paşa ikinci defa Kaptan-ı Derya oldu. Sultan II. Osman zamanında üç deniz seferine çıktı. Ali Paşa, Sultan II. Osman’a Sadrazam olduğu takdirde devlete yeni gelir kaynakları bulacağını taahhüt etti. Bunun üzerine, Öküz Mehmet Paşa Sadrazamlıktan azledildi ve Ali Paşa 1619 Sadrazam oldu. İlk icraat olarak varlıklı, devlet adamlarının ve tüccarların mallarına el koydu. Hazineye gelir kaynakları bulmakta büyük başarı göstererek, her hafta başında Sultan II. Osman’a elde ettiği gelirleri, hediyelerle takdim ederdi. Hiç umulmadık yerlerden hazineye gelir sağlardı. Buna şu olayı örnek verebiliriz; Uzun zamanda beri Yeniçeri Ocağı’nın et ihtiyacını karşılayan Rum Skarlati’den bir gün, o zamana kadar kestiği bütün koyunların derilerinin hesabını sordurdu ve kendisine muazzam bir meblağ ödemeye mahkum ettirdi. Ali Paşa, Sultan II. Osman’ı, Lehistan Seferi’ne teşvik etti. Ancak kendisi bu sefere katılamadı ve 8 Mart 1620 tarihinde vefat etti. Yüzünün güzel olmasından dolayı “Güzelce”lakabı takılmıştır. Devlete gelir temin etmek için pek çok işleri planlaması ve düşmanlarına karşı güler yüzlü muamele etmesiyle tanınmıştır. Sakız Adası, Boğaziçi, ve Yeniköy’de birer cami yaptırmıştır. Ancak Yeniköy’deki cami, Paşa’nın ölümünden sonra yanmış ve yeniden inşa edilmiştir. Ayrıca, Kasımpaşa da bir çeşme yaptırmıştır.
Güzelce Ali Paşa Türbesi, Yahya Efendi Dergâhı’nın yanında bulunmaktadır. 1620-21 yıllarında yapılmıştır. Kare planlı, kagir bir yapı olup, kubbe ile örtülmüştür. Duvarları taş-tuğla sırasıyla örülmüştür. Türbenin bir cephesi deniz tarafına doğru bakmaktadır. Sadece bir cephesinde iki katlı pencereler açılmıştır. Giriş cephesi ve diğer duvarlar bitişiğindeki yapıya bağlıdır. Türbe çok sade olup, süslemesi yoktur. Türbenin içinde Güzelce Ali Paşa’nın hayatını içeren bir levha bulunmaktadır. Bu levhanın Türkçesi yazılarak bu türbeye 1997 yılında konulmuştur. Türbedeki sandukalar mermer lahit şeklinde yapılmıştır. Üzerleri, cehennemi temsil eden; hançer ve kıvrık dal motifleri ve cenneti temsil eden; vazoların içindeki çiçek motifleri ile işlenmiştir.
Türbede; Güzelce Ali Paşa, İbrahim Bey ki Damat İbrahim Paşa’nın oğlu olan Genç Mehmet Paşa’nın oğludur. 1818 yılında vefat etmiştir. Hüseyin Bey ki Güzelce Ali Paşa’nın oğlu olan Mehmet Bey’in oğludur. Yirmi dört yaşında vefat etmiştir. Güzelce Ali Paşa’nın akrabası olan kimlikleri bilinmeyen üç kişiye ait olmak üzere toplam altı sanduka vardır. Türbe ziyarete açıktır. Türbeleri Koruma ve Yaşatma Derneği tarafından onarılarak, 1997 yılında halkımızın ziyaretine açılmıştır.

KAYNAK: TAS-İSTANBUL


IMG_1676


2024 03 26 Tarihinde çektim.

IMG_1677


IMG_1678


IMG_1679


IMG_1680


IMG_1681


IMG_1682


IMG_1683


IMG_1684


IMG_1685


IMG_1687


2024 03 26 tarihinde çektim
 

Ekli dosyalar

  • IMG_1672.JPG
    IMG_1672.JPG
    290.4 KB · Görüntüleme: 0
  • IMG_1675.JPG
    IMG_1675.JPG
    133.9 KB · Görüntüleme: 0

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Benzer konular