Kendi Yazdığınız Hikayeler, Denemeler, Makaleler ve Anılar

Emir

Moderatör
Moderatör
Bu başlık altında kendi yazdığınız hikayeleri, denemeleri, makaleleri ve anılarınızı paylaşabilirsiniz. Birçoğumuzun içinde edebi merak var az çok. Kendi çapımızda bir şeyler karalıyoruz bazen.

Kendi yazdığım bir hikaye:

Kebapçı​

Uzun ve yorucu geçen bir ay sonu maaşını alan Barbaros, mesut bir ruh haliyle yatağa uzanıp yastığı başına koyduğu anda uzun süredir ihmal ettiği dostları Ivan ve Tansu’yu hatırladı. Onları uzun süredir arayıp sormuyor, kısa mesaj bile atmıyordu.

Gerçi İvan ve Tansu’nun da Barbaros’tan geri kalır yanı yoktu. Onlar da hayatın koşuşturmasında sosyalleşmeye yeteri kadar vakit ayıramıyor olmalıydılar.

Fakülte yıllarında hafta sonlarında İvan ile beraber Tansu’nun dedesinin çiftliğine gidip mangal yakan Barbaros, birden o günleri anımsadı. Kafasında planları o an kurdu. Ertesi gün kuşluk vaktinde önce Ivan’ı sonra da Tansu’yu aradı. Biraz hoşbeş ettikten sonra onları Cumartesi akşamı bir kebapçıya davet etti. İvan ve Tansu bu davet karşısında şaşırdılar. Üzerine mutluluk sosu dökülmüş hayret edici bir nidayla davete icabet edeceklerini belirttiler. Uzun süredir görüşmeyen bu 3 dost nihayetinde bir araya gelecekti. Üçü de Cumartesi gününü iple çekmeye başladılar.

Akşam ayazının oldukça üşüttüğü Cumartesi akşamı nihayet geldi. Barbaros, Tansu ve İvan sırasıyla lokantaya geldiler. Samimi bir şekilde birbirlerine sarılıp öpüştüler ve aralarında klişe ‘‘Nasılsın? Ne yapıyorsun?’’ temalı diyaloglar kuruldu. Girizgah çok uzun sürmeden sohbet koyulaştı.

Ivan: Barbo, yahu nereden buldun burayı? Konumu caddeye uzak. Zor bulduk.

Barbaros: İvancım, geleneksel ve samimi bir yer. Kebapları da lezzetli.

Tansu: İvan, salaş ortamlara bayılır bu herif. Okulda da bayılırdı. Tam bir milyoncu.

Barbaros: Bırakın şimdi edebiyat yapmayı. Neyse, siparişler geliyor…

3 buçuk porsiyon Adana kebap, salata ve mezeleriyle birlikte masaya gelir gelmez iştahlı bir şekilde tüketilmeye başlandı. Yemek boyunca Barbaros’un konuyu açması üzerine çiftlikte yakılan mangalda pişirilen terbiyeli tavuklardan bahsedildi. Barbaros’un 1 semiz tavukla bile doymadığı günler yad edildi ve gevrek gülümsemelerle mizahı yapıldı.

Yemek bittikten sonra lokantanın ikramı olduğu bildirilen 3 bardak çay masaya geldi. Çay faslı da bittikten sonra İvan, lavaboya gidip geleceğini söyledi. Bu sırada Barbaros, bir bardak daha keyif çayı içeceğini söyledi. Yüzünde tarifsiz bir tebessüm vardı. Çay içtikten sonra Tansu ile göz göze geldi ve ‘‘Hadi’’ dedi. Her şey planladıkları gibi olmuştu. İvan’ın çantasını aldıkları gibi lokantadan hesabı ödemeden hızlıca kaçtılar. Garsonlar peşlerine düşmesin diye masaya İvan’ın lavaboda olduğuna dair not ve İvan’ın çantasından çıkardıkları bir hırkayı bıraktılar. Bu sırada İvan, çayına Tansu’nun el çabukluğu ile çaktırmadan müshil atıldığından ve tokatlandığından habersizdi. Çıkar çıkmaz gerçeklerle yüzleşti. Bir hayli şaşırdı. Bu onda soğuk duş etkisi yarattı.

Üniversite son sınıfta son ay kiradan ve faturalardan kendi payına düşeni ödemeyip kaçan İvan, bu sefer ev arkadaşları tarafından oyuna getirilmişti. Geçmişte yaptığının cezasını şimdi bulaşık yıkamakla ödeyecekti. Barbaros ve Tansu ondan tatlı sert bir öç almıştı.

01.12.2023
 
Son düzenleme:
Hikaye

Pelikan Petit​

Kuş gözlemcisi Muallim Pelin Kuş tarafından balıkçılların yaşadığı bir sazlıkta ayağı sakat numarası yaparken bulunan Pelikan Petit, derhal kucaklanıp eve götürülmüştü. Bunun üzerine doğal hayata müdahale suçlamasına maruz kalan Pelin, Kuşçular cemiyetinden atılmıştı.

Pelikan’a Petit ismi de yeni sahibi Fransızca öğretmeni Pelin Kuş tarafından verilmişti. Ayağının sakat olduğu sanısına kapılan Pelin, Petit’i sahiplenir sahiplenmez ilk iş olarak aşağı mahalledeki Baytara götürmüştü. Hayvanlardan, bilhassa kuşlardan iyi anlayan ve Veterinerliği derece ile bitiren, bu süreçte kopya çekip ortalamasını yükseltmeyi de ihmal etmeyen Baytar Petek, pis bir gülümseyişle ‘‘Bunun hiçbir şeyi yok, biraz şımarıklık yapmış’’ dedi. Bunun üzerine Pelin, Petit’i alıp evinin yolunu tuttu, ona bahçede bir yer hazırladı. Günler geçiyor ve Petit büyüyordu. Girdiği dost ortamlarında sürekli Pelikanı Petitten bahseden Pelin, her gün öz çekim yapıp sosyal mecralarda fotoğraflarını paylaşıyordu. Bunda şüphesiz, kovulduğu kuşçular cemiyetini kıskandırma gayesi de vardı.

Petit’in şöhretinin yayılması pek uzun zaman almadı. Pelin’in muallim çevresinin ekonomi, muhasebe dalıyla haşır neşir olanlar, Petit ile bir ayrı ilgilenir olmuştu. Bunda elbette bir çıkar olmalıydı. Sokak köpeklerine hoşt, olta balıkçılığı yapan amcaların yakınında bulunan kedilere pist diyen bir cenahtan Petit’e şefkat gösteren birisinin çıkması neredeyse imkânsızdı. Peki, Petit’i cazip kılan neydi? Detone bir şekilde çığlığa benzer çıkardığı ses mi? Yoksa bakımlı, yumuşacık tüyleri miydi?

Petit’i ön plana çıkaran gagasıydı. Ekonomi derslerinde Lorenj eğrisi, Pelikan gagası ile bağdaştırılır ve talebelerin aklında kalıcı olması amaçlanırdı; fakat doğadan kopuk, akıllı telefonları ile sağda solda yer bildirimi yapan gençler, daha önce canlı bir Pelikan görmemişlerdi. Bu yüzden ekonomist çevreler, öğrencilerine bu pelikanı gösterebilmek için ilgilenir gibi yapmışlar ve Pelin’den Petit’i görebilmek için randevu istemişlerdi. Tabi bu randevu talebi öyle kuru kuruya olmamış, başta balık pazarından alınan derya kuzuları olmak üzere çeşitli hediyeler verilmişti Pelin’e. Pelin’de doymak bilmeyen Petit’e kendisine hediye edilen balıkları yedirmiş ve bir nebze olsun bütçesini korumuştu.

Nihayetinde bir ekonomi muallimi, doğal hayat ve hayvanlar konusunda pek zayıf olan öğrencileriyle Pelin Kuş’un evine gelmiş ve Pelikan gagasını öğrencilerine göstermişti. Öğrenciler de şaşkın bir edayla uzun uzun Petit’i süzmüş, hem gagasının şeklini akıllarına kazımışlar, hem de balıkları löp löp nasıl yuttuğuna tanıklık etmişlerdi. Bu inceleme ile eğitimde çığır açılmış, öğrenciler ekonomi derslerine bir ayrı bakar olmuşlardı.

Bir süre sonra Pelin’in ekonomi, muhasebe çevresinde mezun olan yeni kalemler, istikballi birer ekonomist olarak yurt dışına beyin göçü kapsamında gitmişlerdi. Petit ise kendisine gösterilen ilgiden dolayı iyice şımarmış ve balık yemekten tombullaşmıştı.

Ayağının sakat olduğu sanılarak eve getirilen Pelikan Petit, nice genç ekonomiste de ilham kaynağı olmuştu ve doğaya salınma vakti gelmişti. Muallim Pelin, tarafından Kuşçular cemiyetinin telkinleriyle doğal hayata bırakılmış ve arkadaşlarının yanına dönmüştü. Artık o, doğada dilediğince çığlık atabilir, Pelin de kovulduğu kuşçular cemiyetine, arkadaşlarının yanına geri dönebilirdi.

25.02.2016
 
Son düzenleme:

Balıklara Fısıldayan Adam​

Balık fiyatlarının ucuz olduğu bir zaman dilimi yaşanıyordu. Balıkların kulaklarına kar suyu kaçmış, bu da balıkların yüzeye daha yakın yerlere gelmesini sağlamıştı. Bu durum, şüphesiz avcıların yüzünü güldürmüş, balık pazarını hareketlendirmişti. Satıcılar, iştahlı müşterilerine balıkları fahiş fiyattan satmak için kıyasıya mücadele ediyorlar, dillerini döküyorlardı. Kuşkusuz bu bereket, balık tutkunlarının da iştahını epey kabartmıştı. Bugünlerde akşam mönülerine ihtiva eden yegâne gıda maddesi balık olmuş gibiydi. ‘’Gel vatandaş, Derya kuzusu bunlar, Balığa gel’’ sloganları arasında yürürken bu sloganlardan etkilenip balık satın alma niyetinde olmayan aklım, adeta çelinmişti. Bu sloganlarla beraber, balıkların cilalanmışçasına parlak görüntüsü, canlı kırmızı iri gözleri tazeliğini fazlasıyla belli ediyordu. Bu görüntüden, damak zevkinden anlayan her fert ‘’ ben etkilenmedim’’ diyemezdi. Ben etkilenmiştim. Balık pazarını sadece transit bir yol olarak kullanma niyetiyle girip uzunca bir müddet balıkları incelemeye koyulmuştum. Artık balık almaya kararlıydım; fakat hangi balığı alacağım konusunda henüz kararsızdım. O an karşıma yakın ahbabım Kaplan Çıktı.

Kaplan, damak tadına güvenen bir gurme olarak belki de an manalı bir yerde karşıma çıkmıştı. Onu satıcıyla hararetli bir tartışmanın içerisinde yakalamıştım. Bu tartışma, öyle ağır bir üslupta değil, müşteri, alıcı arasındaki tatlı sert bir tarzdaydı. Zaten eşraf, Kaplan’a aşinaydı. Çoğu balıkçı, onla tanış olmuştu. Bu nedenle Kaplan’ı alelade bir müşteri sanıp; ona kazık atmaya yeltenen ve ufak bir ihtimal de olsa başarılı olan bir esnaf, çevresi tarafından esefle kınanabilirdi. Zaten böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi neredeyse olanaksızdı. Kaplan, bilhassa balık konusunda külyutmazdı.

Bu gerçeği bildiğimden bu tatlı sert tartışmaya müdahil olup, Kaplan’ı tasdikler nitelikte yorumlarda bulundum.
  • Hey Balıkçı! Beyefendi doğru söylüyor. Bu balıklar taze lakin ebatları birkaç santim kısa.
  • Kaplan: Vay, Baboş! Nerelerdesin sen ya? Bu ne hoş sürpriz! İmdadıma yetiştin.
  • Kaplan, vallahi balık konusunda duayen olmadığını bilsem yardımım dokundu derdim.
  • Kaplan: Yahu şu balıklardan anladığımı da bilmeyen yok ha!
Tatlı sert tartışmanın içerisine biraz daha şeker, yani mizah katıp balıkçının duygularıyla oynamayı başarmıştım. Bu, satın alınacak balığın daha kaliteli ve ucuz olabileceğine işaretti. Öyle de olmuştu. Kaplan 1 kilo İstavrit, ben de 1 kilo Çıplak almıştım. Balıkları satın alıp otobüs durağına doğru yürürken balık hakkındaki şen sohbetimiz doruklardaydı. O an Kaplan, bir balık partisi yapma kararı aldı.
  • Kaplan: Bak ne diyom Baboş: Bu akşamüstü alalım piknik tüpünü, yağı gidelim bir mesire yerine. Balıkları pişirelim.
  • İyi dedin Kaplan. Denize nazır bir yer olsun.
  • Kaplan: Şu kaypak belediyenin zahmet edip yaptığı sahildeki parka gidelim. Tomruğu da çağırayım. Organik sebzeler getirir.
  • Desene bu akşam ziyafet var.
Nihayetinde güneş batmaya meyletmişti. Bir tarafta temizlenmiş istavritler ve çıplaklar, bir tarafta mısır unu. Piknik tüpü üzerinde bir tava, dilimlenmiş ekmekler, meşrubatlar, organik sebzelerden hazırlanmış nefis bir salata, üzerine de hakiki zeytinyağı…

Tipik bir Akdeniz akşamı, mevsim kış ama hava ılık… Rüzgârın zayıf olması da bizim lehimizeydi. Bu vaziyet içerisinde balıkları una bulayıp, hemen kızarttık. Kızaran balıkları bir kaba alıp soğumaması için üzerini örttük. Artık balıkların tadını iyice merak ediyordum. Ben bu merak içerisindeyken Kaplan, mağrur bir edayla, balıkların pek lezzetli olduğundan eminmişçesine bir tavır takınıyor, endişesiz bir imaj yaratıyordu. Tomruk ise acıkmış bir yüz ifadesi bakışlarından ‘’ne olsa yerim’’ diye bağırıyor gibiydi.

Nihayetinde balıkları kılçıklarından ayıklayıp yemeye başladık. Yanına limon aromalı bir gazoz ve salata tamamlayıcı unsurdu. Balıkların tazeliği, lezzetinden anlaşıyordu. Daha önce Kaplan’ın Balık bilgisinden ufakta olsa şüphelerim vardı. Çevrenin mübalağa ettiğini düşünüyordum. O akşamüstü kızıllığında balıkları afiyetle yerken artık bir şüphem kalmamıştı. Ayrıca Tomruk’un organik salatası da beni turfan kenarında tüm natürelliğiyle tıkınan biri gibi hissettirmişti.

Akşam oldu ve geriye boş gazoz şişeleri, dağ gibi yayılmış kılçıklar ve doymuş 3 mide kaldı. Bundan sonra Kaplan, nazarımda artık ayrı bir kimlik kazanmıştı. Ona bundan sonra Balıklara fısıldayan adam denmeliydi.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Genellikle makale türü yazılar yazıyorum.
Bununla birlikte yıllar önce bir vesileyle yazdığım bir hikayeyi FAYDALI OLACAĞI inancıyla bir kaç bölüm halinde buradada paylaşmayı uygun görüyorum.
Hikayemizin sonunda bir değerlendirme mesajımız yer alacaktır.
Yeri gelmişken klasik uyarımızı da yazalım:
  • Hikayemiz kurgusaldır. Gerçek kişi, kurum ve olaylarla katiyen bir alakası yoktur.
Benimle evlenir misiniz?
  • Abla su ister misin?
    Babamın mezarı başında Yasin-i şerif okurken duyduğum bu sözlerden rahatsız olmuştum.
    Su satan çocuğun, bulunduğum yerden 10 mezar kadar ilerideki bayanlara, hemen yanlarındayken normal sesle söylediği bu sözleri duyabilmek beni şaşırtmıştı.
    Kendimi toparlayıp, sureyi kaldığım yerden okumaya devam ettim.
  • Su gibi aziz ol kardeşim.
    Dikkatimi dağıtan bu sözler, gözlerimi bayanların olduğu tarafa çevirmeme sebep oldu.
    Genç bir bayan su satan çocuğu öperken, bir yanda da cebine kağıt parayı yerleştirmeye çalışıyordu.
    Genç bayan, çocuğu öpmek için çömeldiği yerden kalkarken anlık olarak göz göze geldik.
    Anlık bakışmadan utanıp, ikimizde bakışlarımızı kaçırdık.
    Dikkatimi elimdeki kitaba vererek sureyi okumayı bitirdim.
    Biraz mezar temizliği ile uğraştıktan sonra, bayanların bulunduğu tarafa baktım.
    Bayanların gitmiş olduğunu görünce rahatlama hissine kapıldım.
    Bir kaç mezar ziyareti yaptıktan sonra, mezarlıktan ayrılmak için otobüs durağına gittim.
    Gelen ilk belediye otobüsüne binerek, boş bulduğum yer oturup, yanımda taşıdığım romanı okumaya başladım.
    Otobüsün son durağında ineceğim için, ineceğim durağı kaçırmak gibi bir endişem yoktu.
    Gözlerimi dinlendirmek için başımı kaldırdığımda, mezarlıkta gördüğüm bayanla ikinci defa göz göze geldim.
    Hemen bakışlarımı kitabıma döndürdüm.
    İnsanlarla ilgilenmek adetim değildir.
    Hiç tanımadığım biriyle aynı gün iki defa göz göze gelmek hiç yaşamadığım bir olaydı.
    Bu durumdan rahatsız olmama rağmen, bunun bir hikmeti olması gerektiği düşüncesi aklımı kurcalamaya başladı.
    Otobüs son durağa geldiğinde son olarak ben indim. Göz göze geldiğimiz bayan biraz ilerde başka arkadaşlarıyla buluşmuş konuşuyordu.
    Gitmem gereken yön onun bulunduğu taraftaydı.
    Bir kez daha göz göze gelmek riskini göze alamadığım için onlar oradan ayrılana kadar yerimde kalmaya karar verdim.
    Bayanlar bir süre daha sohbet ettikten sonra bir kısmı benim gideceğim yönde ilerlemeye başladı, mezarlıkta karşılaştığımız bayan ise diğer arkadaşları ile arkalarındaki binaya girdiler.
    Binanın ikinci kat balkonundaki, … bayanlar derneği tabelasını görünce nereye gittiklerini tahmin ettim.
    Eve döndüğümde, posta kutusunda derneğin kermes davetiyesini görünce şok oldum.
    Bütün bunlar tesadüf diye kendime telkinde bulunduysam da, tesadüf diye bir şeyin olmadığına inandığım için, tevafuk olduğunu kabul etmek zorunda kaldım.
    Bu tevafuk zincirinin hikmeti zihnimi kurcalamaya devam etti.
    Kermes davetiyesinde, tarih - saat belirtilerek, dernek binasında yemek verileceği belirtilmişti.
    Adetim olmadığı halde, bu davete katılmaya karar verince rahatlama hissine kapıldım.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Benimle evlenir misiniz? - 2

Derneğin bulunduğu 2. kata çıktığımda erkeklerin yemek yemesi için ayrılan odayı gösteren uyarı mesajını takip ederek, odaya girdim.
Odada, tabaklarındaki börekleri yerken sohbet eden iki kişi ve kapının yakınındaki masada oturan yaşlı amcadan başka kimse yoktu.
Yaşlı amcaya selam vererek, ilerideki masalara doğru yürüdüm.

Uzun bir masanın üzerine konulmuş plastik tabaklardan bir tane aldım. Tabağa iki dilim börek, bir dilim kek koydum.
Portakal suyu olduğunu tahmin ettiğim bir şişeden, plastik bir bardağa bir miktar koydum.
Masanın etrafına dizilmiş sandalyelerden birine oturarak yemeğe başladım.
Mezarlıktaki bakışma olayından sonraki olaylar zihnimde tekrarlayıp duruyordu.
Buraya, zihnimdeki sorular için bir cevap bulmaya gelmiştim.
Odadaki iki kişi, yaşlı adama, makbuz karşılığı bağış yapıp, çıkmışlardı.
Bir süre daha bekledikten sonra, bir gelişme olmasından umudu kesip, kapıya yöneldim.
Cebimden çıkardığım yirmi lirayı yaşlı adamın bulunduğu masanın üzerine koyarak, makbuzun yazılmasını beklemeye başladım.
  • Hanımınızı çağırttırabilirim.
Zihnim meşgul olduğu için ilk anda yaşlı adamın ne demek istediğini anlayamadım.
Şaşkınlığım geçince, yaşlı adamın evli olduğumu sandığını ve buraya eşimle birlikte geldiğimi sandığını anladım.
Eşimin hanımlar bölümünde olduğunu tahmin ederek, dışarıda beklememem için hanımımı çağırtmayı teklif ediyordu.
Bir kaç defa girişimde bulunduğum halde evlenmek kısmet olmamıştı. Yaşımda ilerlediği için evlenmek için girişimde bulunmaktan vaz geçmiştim.
Bununla birlikte beni tanımayan insanlar, evli, çoluk çocuk sahibi biri olduğum inancıyla hareket ediyorlardı. Bu durumdan çok rahatsız oluyordum.
Rahatsızlığım, refleks haline gelmiş ve gayri ihtiyari standart bir cümle söyler olmuştum.
  • Benim evlilikle işim olmaz.
  • Evlilik insanlar içindir evlat.
    Yaşlı bayanların çöpçatanlık yapmak amaçlı sözlerine alışkındım. Yaşlı adamdan aynı amaca yönelik bir cümleyi işitmek beni şaşırtmıştı.
  • Sağolun, ben böyle rahatım.
    - Bu dünyaya rahat etmeye mi geldin?
    Son cümle beni şok etmişti. Çünkü, arkadaşlarımı hayır işlerine teşvik etmek için bu cümleyi çok sık kullanırdım. Bir başkasından bu cümleyi duyunca çok şaşırdım.
    Makbuz hazırdı. Yaşlı adama selam vererek, kaçarcasına odadan çıktım.
    Eve dönerken, yaşı adamın sözleri zihnimde yankılanmaya devam ediyordu.
  • Evlilik insanlar içindir evlat.
    - Bu dünyaya rahat etmeye mi geldin?
    Oraya bu sözleri işitmek için mi gitmiştim?
    Zihnim tekrar, mezarlıktaki olaya takıldı.
    Tevafuk zincirinin son halkasının, evlilik konusunda teşvik içermesi anlamaya çalıştığım hikmetin bu olduğu düşüncesini aklıma getirdi.
    İyi de, tanımadığım, adını sanını bilmediğim bir kişi ile nasıl iletişim kurup, nasıl evlenebilirdim ki?
    Bu konuda yardım isteyebileceğim, aracı olabilecek hiç kimseyi tanımıyordum.
    Olsa bile hiç kimseden böyle bir konuda yardım isteyemezdim.
    En iyisi bu olayları unutmaktı.
    Unutmak…
    Unutmak…
    Mümkün müydü böyle bir şey?
    Bir şeyler yapmadığım sürece, bu olaylar dizisinin zihnimde tekrar edip duracağını biliyordum.
    Bir şeyler yapmak için başkasından yardım isteyemeyeceğime göre, kendim bir şey yapmak zorundaydım.
    Ne yapabilirim???
    Ne yapabilirim???
    Dernek binasının yakınında gördüğüm çiçekçi…
    İçinde bir not olan bir çiçek gönderebilirim…
    İyi de çiçek kime gidecek? Nota ne yazacağım?
    Saçmalık…
    Başka bir şey bulmalıyım…
    Başka bir şey bulmalıyım…
    Yok… yok…
    Aklıma yapabileceğim başka bir şey gelmiyor.
    Tek çare çiçek göndermek…
    Çiçeği derneğe gönderirim, gerisi Allah (c.c.)'a kalmış.
    İyi de nota ne yazacağım?
    İnsan tanımadığı, ismini bilmediği birine ne yazabilir ki?
    Tevafuk zincirinden çıkardığım anlam, evlilik olduğuna göre evlilikle ilgili bir şeyler yazmam gerekir.
    Mesela…
    Benimle evlenir misiniz?
    Saçmalık…
    Hadi yazdım diyelim. Cevabı nasıl öğreneceğim???
    Amaan boş ver…
    Nasıl olsa, çiçeği kimin gönderdiğini, notu kimin yazdığını bilemezler. Bu durumda cevap da veremezler. Bu konuda burada kapanır.
    Saçma da olsa ben bir şey yapmış olayım, zihnim rahatlasın.
    Kararımı verince bir rahatlama hissettim.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Benimle evlenir misiniz? - 3

Ertesi gün çiçekçiye giderek, bir gül paketi yaptırdım.
Her ihtimale karşı bilgisayarda yazdığım “Benimle evlenir misiniz?” yazılı kağıdı içeren zarfı paketin içine koydurdum.
Çiçeği derneğe göndermelerini, dernekteki herhangi birine teslim etmelerini söyledim.
Ben ücreti öderken, çiçekçinin çırağı çiçeği götürmek üzere yola çıkmıştı.
Nihayet zihnimi yoran bu sıkıntıdan kurtulmuştum.

Çiçekçiden çıktıktan sonra, bir kaç işimi halledip eve döndüm.
Web sitemde bazı düzenlemeler yapmak için bilgisayarımı açtım.
Önce e-postalarıma bakmak istedim.
E-posta kutumda bir tane e-posta vardı ve e-posta dernekten gönderilmişti.
Böyle bir şey nasıl olabilirdi?
E-postayı açtım. Tek kelime yazılmıştı :

- Evet

Bir yanlışlık olmalıydı…
Birisi benimle dalga geçiyordu…
Yaptıklarımdan kimseye bahsetmemiştim ki…
Çiçekçi beni tanıyor olamazdı…
Çiçekçinin veya dernektekilerin e-posta adresimi bilmesi imkansızdı…
O zaman bu e-posta nasıl gelmişti?
E-postayı kim göndermişti? E-postanın dernekten geldiği belliydi ama kimin yazdığını nereden bilecektim?

Tek çare derneğe gidip sormaktı?
Ne soracaktım?
Bana e-posta göndermişsiniz, mesajdaki evet kelimesi ne anlama geliyor mu diyecektim?
Düşünmekten çıldırmak istemiyorsam bunu yapmak zorundaydım.

Bu işi sonlandırmak için bir an önce derneğe gitmeye karar verdim.
On beş dakika kadar sonra yemek yediğim odadan içeri tekrar girdim.
Yaşlı amca aynı yerinde duruyordu. Beni görünce gülümsedi.
  • Derneğin e-posta adresinden bana e-posta gönderilmiş bu konuda bilgi alacaktım, kiminle görüşmem gerekiyor?
  • Önce otur bir soluklan. E-postada ne için gönderildiği yazmıyor mu?
  • Hayır sadece “Evet” kelimesi var.
  • Bilgisayar işleriyle damadım ilgileniyor. Ona bir soralım bakalım.
    Yaşlı adam duvardaki diyafonun düğmesine basarak damadından yukarı gelmesini istedi.
    Biraz sonra benim yaşlarımda bir bey içeri girdi.
    Yaşlı adam damadını oğlum Murat diyerek tanıttı.
    Kısa bir hal hatır faslından sonra Murat bey ne için geldiğimi sordu.
    Sadece e-posta hakkında bilgi almak için geldiğimi söylersem yardımcı olmayacağını düşünerek, mezarlık karşılaşmasından başlayarak gelişen olayları anlattım.
    Yaşlı adam büyük bir ciddiyetle beni dinlemesine rağmen, Murat bey çiçek gönderme olayını anlatmaya başlayınca gülümsemeye başladı.
    Yaptığım saçmalığı kimsenin anlamasını beklemiyordum.
    Tek istediğim e-posta adresime nasıl ulaşıldığını anlamaktı.
    Anlattıklarım bitince Murat bey :
  • E-posta adresiniz mesime@gmail.com mu?
  • Evet ama siz bunu nereden biliyorsunuz?
  • mesime bir şeyin kısaltması falan mı?
  • İsmim Mehmet Sinan Mercan. E-posta adresim isim ve soyismimin ilk iki harflerinden oluşur.
    Murat bey, kahkaha atmamak için dudaklarını ısırıyordu. Bu durum iyice sinirime dokundu, buna rağmen bir şey söylemedim.
  • Çiçek olayından haberim var. Çiçeği baldızım almış. O sırada 10 kadar genç bayanla toplantı yapıyorlarmış.
    İlk başta çiçekten çıkan nota çok gülmüşler. Sonra çiçeği kimin gönderdiğini öğrenebilmek için çiçekçiyi aramışlar.
    Çiçekçi gönderen kişiyi tanımadığını, ilk defa çiçek gönderen ve bu işi silah zoruyla yapıyor olan bir kişi izlenimini edindiğini söylemiş.
    Çiçeği kimin gönderdiğini öğrenemeyince, çiçeğin kime, niçin gönderildiğini tartışmaya başlamışlar.
    Böyle bir not gönderme ihtimali olan biri konusunda fikri olan kimse çıkmayınca, sebep üzerine tartışmaya başlamışlar.
    Derneğe gelen bayanlardan birini beğenen birinin başka yol bulamayınca böyle bir yöntemi denemiş olacağı fikrini çoğunluk desteklemiş.
    Çoğunluğun fikri bu yönde olunca, toplantıya geri dönmeye karar vermişler.
    Baldızım itiraz etmiş.
  • Bu teklife cevap vermeyecek miyiz?
  • Nasıl cevap verebiliriz ki? Ne göndereni biliyoruz, ne kime gönderdiğini, ne de cevabı nereye göndereceğimizi…
    - Bu problemler, notu yazan içinde geçerliydi. Problemler var diye notu göndermekten vazgeçmemiş…
  • Ama o hiç değilse notu derneğe gönderebileceğini biliyordu. Biz cevabı nereye gönderebiliriz ki? Adam kendisine ulaşabileceğimiz hiç bir bilgi vermemiş.
  • Kızlar, bakın aklıma ne geldi… Eskiden dileği olanlar, dileklerini bir kağıda yazıp, kağıdı şişeye koyar, ağzını sıkıca kapatırlarmış. Daha sonra şişeyi bir akarsuya bırakırlarmış.
    Şişenin dileği yerine getirecek kişiye ulaşacağına inanırlarmış. Biz de öyle yapalım mı?
    :)
  • Bu bina ormanında akarsuyu nereden bulacağız? Yapamayız…
  • Aslında fikir güzel… Yalnız biraz geliştirilmesi lazım.
  • Nasıl yani?
  • Adam notu bilgisayarda yazmış. Demek ki, bilgisayar kullanan biri… Hemen her bilgisayar kullanıcısının bir e-posta adresi vardır.
  • Adamın e-posta adresini bilmiyoruz ki?
  • Notu gönderen kişi, muhtemelen gönderdiği kişinin adını da bilmiyordu. Ama notu gönderdi…
  • Bekar olanlarımız, gönlünden geçen bir e-posta adresine tek kelime ile cevabını yazsın, derneğin e-posta adresinden gönderelim gerisi Allah (c.c.)'a kalmış.
    Cevap tek kelime olacağı için, cevap konu ile ilgisi olmayan birine ulaşsa bile bir yanlışlık olduğunu düşüneceklerdir.
    Gönderdiğimiz e-posta ile ilgili soru soran olursa yanlışlık olmuş diyebiliriz.
  • Ben tanımadığım etmediğim kişiyle evlenmem.
  • O zaman sen de “Hayır” yazarsın. Notu gönderenin niyetinden şüphe duyan varsa “hayır” yazması en uygunudur. Burada önemli olan cevap vermek için bir şey yapmış olmaktır.
  • Tamam o zaman.
Baldızımın gönlünden “Müstakbel eşime” (gelecekteki eşime) ifadesini e-posta adresi olarak seçmek geçmiş.
Müstakbel kelimesi yerine “m” harfini, “ş” harfi yerine de “s” harfini kullanmış.
Bu şekilde yazınca “mesime” kelimesi ortaya çıkıyor, yani senin e-posta adresin
:)

Baldızım cevabını sana bu şekilde ulaştırabildi.

Hayretten ne diyeceğimi bilemiyordum. Alık alık bakakaldım. Yaşlı adamın “El Fatiha” sözü ile kendime geldim.
Murat beyin ellerini açıp, Fatiha okumaya başladığını görünce ben de ellerimi açıp Fatiha suresini okumaya başladım.
Murat bey de benim gibi babasının “El Fatiha” sözüne şaşırmıştı. Fatiha suresini okumamı bitirdiğimi görünce babasına :
  • Baba biz hangi duaya amin dedik? diye sordu.
    - Baksana, gençler konuşup anlaşmışlar. Bize de “hayırlı olsun” deyip, duasını yapmak düştü.
Murat beyin kahkahaları odayı çınlatırken, ben olan biteni anlamaya çalışıyordum.
  • Hiç tanımadığım bir kıza evlenme teklif etmiştim.
    Kız teklifimi kabul etmişti.
    Kızı babasından istemiştim.
    Babası kızı vermişti.
    Üstüne üstlük kesilen sözün duasına amin bile demiştim. Öyle mi?
    Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi?
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hikayemizde dikkat edilmesi gereken hususlar :
  1. hemen yanlarındayken normal sesle söylediği bu sözleri duyabilmek beni şaşırtmıştı.
    Hemen herkes, normal şartlarda duymaması gereken sesler, görmesinin mümkün olmayacağı şeyler, almasının mümkün olmadığı kokular, dokunabilecek hiç bir şey olmadığı halde kendisine dokunulduğunu hissetmiştir.
    Bu tür durumları önemsemeyiz.
  • Erdim galiba, gaipten sesler duyuyorum…
  • Yanlış gördüm herhalde…
  • Kontrol ettim, koku çıkaracak hiç bir şey yok, dışarıdan geldi herhalde…
  • Allah, Allah birinin beni iterek kurtardığına eminim ama, yakınımda da kimse yoktu ki… Neyse verilmiş sadakamız varmış demek ki?
    gibi cümlelerle bu durumları geçiştiririz.
Çoğumuz, verilen sadakanın kazaya / belaya engel olduğuna inanırız.
Bununla birlikte periyodik aralıklarla sadaka vermek aklımıza gelmez.
Bu belalar neden hep benim başıma geliyor diye isyan etmek daha kolayımıza gelir.
Uyarıları dikkate almayan, belaya müstehaktır.
  1. Bir kez daha göz göze gelmek riskini göze alamadığım için onlar oradan ayrılana kadar yerimde kalmaya karar verdim.
Göz göze gelmek istemiyorsan, başını öne eğip geç be kardeşim…
Ya da…
İki kere göz göze gelmişsin, bir kez daha gelsen ne olacak, ölür müsün?

Başka alternatiflerde olabilir. Bu alternatifler gerçekleşmiyor. Beklemek gibi sıkıntılı bir durum TERCİH EDİLİYOR.
Ya da tercih ettiriliyor demek mi daha doğru olur.
Beklemesi gerek, çünkü görmesi gereken bir şey var.
Kızın derneğin olduğu binaya girdiğini görmesi gerekiyor.

Çıkan ufak tefek aksaklıklar nedeniyle geç kalma durumları yaşar, sinirleniriz.
O ufak tefek aksaklıkların hikmeti üzerinde hiç düşünmeyiz.
  1. Eve döndüğümde, posta kutusunda derneğin kermes davetiyesini görünce şok oldum.
Büyükşehirlerde posta kutularına duyurular / ilanlar atılması sıradan bir olaydır.
Çoğumuz bu ilanlara dikkat etmeden çöpe atarız.
Hiç bilmeyiz, çöpe attıklarımızla birlikte hayatımızdan neleri çıkarttığımızı…
Tevafuklarla dikkatimiz çekilmeye çalışılsa bile çoğu zaman tesadüf deyip geçeriz.

İnşallah yarın dikkat edilmesi gereken hususlara devam edeceğim.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hikayemizde dikkat edilmesi gereken hususlar :
    • Evlilik insanlar içindir evlat.
      - Bu dünyaya rahat etmeye mi geldin?
Çoğu zaman basit gerçeklerin farkında olmayız.
Başkalarına söylediğimiz şeyler, tesadüfen(?) bize söylendiğinde, söylediklerimiz bizim için daha farklı bir anlam ifade eder.

Bu dünyaya niçin gönderildiğimizi çoğu zaman hatırlamayız. Bu nedenle, dünyaya niçin gönderildiğimizi, zaman zaman birbirimize hatırlatmamız gerekir.
  1. Bu konuda yardım isteyebileceğim, aracı olabilecek hiç kimseyi tanımıyordum.
    Olsa bile hiç kimseden böyle bir konuda yardım isteyemezdim.
    En iyisi bu olayları unutmaktı.
Karşılaştığımız problemlerde başkalarından yardım isteyemeyeceğimiz / istememiz gereken durumlar olabilir.
Bu tür durumlarda genellikle, hiç bir şey yapmayız.
Problem çözüm kalır veya zaman içinde başka olayların etkisi ile problemin niteliği değişir, genellikle daha büyük bir problem olarak karşımıza çıkar.
Çözüm olmayacağına inansak bile, problem ile ilgili bir şeyler yapmak her zaman için daha iyidir.
(Yapmadığımız bir şey için pişman olmaktansa, yaptığımız bir şey için pişman olmak daha anlamlıdır.)

Bir çok kimse, insanların kayıt sisteminin nasıl çalıştığı hakkında bilgi sahibi değildir.
Bir şeyleri unutmanın mümkün olduğunu zannederler. Bilim adamlarına bakarsanız, kalıcı hafızaya kaydedilmeyenler unutuluyorMUŞ
Hiç bir şeyi unutmanız mümkün değildir. (Ahirette vereceğimiz hesaba itiraz edemememiz için kayıtlar muhafaza edilmektedir. )
Sadece kaydedilmiş bilgiye nasıl ulaşacağınızı bilmiyor olabilirsiniz.
Sizin bilmemeniz, en uygunsuz zamanda bu kayıtları hatırlamayacağınız anlamına gelmez.
  1. Aklıma yapabileceğim başka bir şey gelmiyor.
(Saçma) düşünceler akla nasıl gelir?

İnsan, kafatasının içinde beyin olarak isimlendirilen bir et parçası vardır.
Bu et parçasında, nöron denilen parçacıklar vardır. Nöronlar birbirleri ile etkileşime geçtiğinde (saçma) düşünceler ortaya çıkar.
Nöronlar düşünemezler ama etkileşime girdiklerinde düşünce ortaya çıkıverir.
Düşüncenin, yaratanın insanın kalbine ilham vermesiyle uzaktan yakından bir alakası yoktur(mu?).

Araf suresi 179 ayet :
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık).
Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar,
gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler.
Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
  1. Saçma da olsa ben bir şey yapmış olayım, zihnim rahatlasın.
Problemler karşısında ürettiğimiz çözümleri genellikle, saçma / uygulanamaz / çözüm olmaz şeklinde kategorilere ayırırız ve bu kategorilere giren çözümleri uygulamaya koymayız.
Hiç bir şey yapmamaktansa bu kategorilere koyduklarımızdan birini uygulamak daha anlamlı değil midir?
Hiç bir şey yapmayınca, hiç bir ilerleme kaydedemeyiz. İstediğimiz ilerleme kaydetmemek midir?
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hikayemizde dikkat edilmesi gereken hususlar :

8 ) Her ihtimale karşı bilgisayarda yazdığım “Benimle evlenir misiniz?” yazılı kağıdı içeren zarfı paketin içine koydurdum.

Çoğu zaman, yaşanması muhtemel olumsuzluklara karşı tedbir aldığımızı düşünürüz.
Belki milyonda bir ihtimal olan, el yazısından kim olduğunun tespit edilmesi ihtimaline karşı, bilgisayar çıktısı almak düşüncesi, gelişen olaylar neticesinde kimliğin tespit edilmesine vesile oluyor.

Amaç ile gerçekleşenler arasında farklılıkların olması kaçınılmazdır.
  1. Birisi benimle dalga geçiyordu…
    Tek çare derneğe gidip sormaktı?
    Ne soracaktım?
    Bana e-posta göndermişsiniz, mesajdaki evet kelimesi ne anlama geliyor mu diyecektim?
    Düşünmekten çıldırmak istemiyorsam bunu yapmak zorundaydım.
İhtimal hesaplarına sığdıramadığımız durumlar için zihnimizde beliren açıklamalar çoğunlukla gülünçtür.
Her şeyin ihtimal sınırları içinde olması gerektiği cenderesinde sıkışıp kalıyoruz.

Derneğe e-posta yolu ile de sormak mümkündür. Neden derneğe kadar gidilsin ki?
Derneğe e-posta yolu ile sorulduğunda alınacak cevap bellidir :
  • Yanlışlık olmuş.
    Derneğe kadar gidildiğinde (tembellik yapılmadığında) farklı bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
    Bazen hedefe uzun yoldan varmak daha verimli bir sonuç alınmasına vesile olur.
  1. Yaptığım saçmalığı kimsenin anlamasını beklemiyordum.
    Tek istediğim e-posta adresime nasıl ulaşıldığını anlamaktı.
İnsanlar beğenmedikleri davranışlarını gizleme eğilimindedirler. Beğenilmeyen davranışın itiraf edilmesi enderdir.
Pişmanlık ise ödülü hak eder.
  • Evet ama siz bunu nereden biliyorsunuz?
İnsanların bilmesinin mümkün olmadığı bir şeyi bir bilenin olduğunu her zaman unuturuz.
Bir bilen, gerektiğinde insanlara bildirmek için yöntem bulmakta zorlanmaz.
    • Baksana, gençler konuşup anlamışlar. Bize de “hayırlı olsun” deyip, duasını yapmak düştü.
      Günlerce, aylarca, yıllarca bir işin olması için uğraşıp durursunuz netice alamazsınız.
Bir gün bir bakarsınız oluvermiş.
Sabretmesini bilin, vaktinden önce çiçek açmaz.
 
  • Beğen
Tepkiler: Meksika

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Benzer konular