turgutkuzan
Paylaşımcı Üye
Kimi kime şikayet edelim?
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
Sıkça yaptığımız “Şikayet etmek” davranışına farklı bakış açıları getirmenin faydalı olacağına inanıyorum.
1) Derdi vereni, yarattıklarına şikayet etmek büyük edepsizliktir.
Rahmetli Avukat Bekir Berk, son hastalığı sırasında yatağında kıvranır vaziyetteyken yanına gelen doktor;
-Bir şikayetiniz var mı? diye sorar.
Bekir Berk, o ağır hastalığına rağmen şu cevabı verir:
- “Şikayetim yok çok şükür, sadece ızdırabım var.”
2) Zulümden şikayet etmeden önce biraz düşünelim.
HACCAC ORDUSUYLA IRAK’A YÜRÜYÜNCE
Haccac-ı Zâlim, Emevî devletinin ordu kumandanlarından biri idi. Sahabeden sonra gelen Müslüman nesle çok zulmetmiş, baskıda bulunmuştu.
Ona dediler ki:
Sen Hazret-i Ömer’in nasıl adalet ettiğini biliyorsun. Ne olur, bize onun gibi muamele eyle.
Şöyle cevap verdi:
Hazret-i Ömer’in zamanında, sahabeler gibi halk vardı. Siz sahabe gibi adalete lâyık olun, ben de Ömer gibi âdil olayım. Siz sahabe gibi adalete lâyık halk olmuyorsunuz, ama benden Ömer gibi âdil olmamı bekliyorsunuz, yağma yok. Sizin gibi halka, ancak benim gibi kumandan gerektir. Lâyıkınız budur.
Aradan bir müddet geçti, bir sürü ihtilâf ve ayrılıkların menşei haline gelmiş olan Irak ve Basra’da bir korku başladı.
Sebebi, Haccac’ın ordusu ile Irak’a geleceği söylentisiydi.
Halk toplanmış, zamanın din büyüğü, meşhur velî Hasan Basrî Hazretleri’ne gitmişti. Ona şöyle diyorlardı:
Ey muhterem zat, sen bize bir akıl ver. ne yapacağımızı işaret buyur. Haccac ordusunu toplamış, buraya geliyormuş.
Buraya gelirse olacaklar malûm. Kimimiz buradan kaçmalıyız, diyor. Kimimiz de kaçmayıp beklemeliyiz, diye diretiyor.
Büyük velî onlara şu cevabı verdi:
Kaçmayınız, zira arkanızdan erişir, sizi kılıçtan geçirir. Oturup beklemeyiniz, gelip sizi bulunduğunuz yerde kıskıvrak yakalar. Kalkınız topyekûn günahlarınıza tevbe, istiğfarla meşgul olunuz. Zira sizin başınıza gelmek üzere olan bu musibet, sizin günahlarınız sebebiyle yola çıkmıştır. Haccac bir vasıtadır. Siz bu vasıtayla ıslaha muhtaç hale gelmişsiniz.
Bunun üzerine Irak halkı, istişare ettiler. Gerçekten de bir sürü zulme, haksızlığa girdiklerini, konu komşu hakkı gözetmez, ahlâkî ve İslâmî ölçülere itibar etmez olduklarını itiraf ettiler. Derhal herkes tevbe, istiğfar ederek ALLAH’a yalvarmaya başladı:
Yâ Rab, biz Haccac gibi birinin zulmüne müstehak olduk. Sen bizim kusurumuzu afveyle. Günahımızı itiraf ediyor, ihtilâf ve tefrikalara artık son vermek istiyoruz!
Cami ve mescidlerde, ev ve kırlarda gözyaşı dökerek tevbe, istiğfara devam eden halka, birkaç gün sonra şu haber geldi:
Irak’a doğru yola çıkmış olan Haccac aniden fikir değiştirerek yönünü başka tarafa çevirdi, buraya gelmekten vaz geçti.
Hak kulundan intikamı yine ahdiyle alır.
Bilmeyen İlm-i ledünnü, onu abd etti sanır.
Her işin faili O’dur, kul eliyle işlenir,
Zanneder misin ki hâşâ O’nsunuz bir zerre deprenir…
Kaynak : Ahmet Şahin - Dini Hikayeler s:100
3. Şikayet etmeden önce düşünelim, belki bilmediğimiz bir şey vardır.
Yusuf Suresi 86. ayet:
Dedi ki: “Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah´a şikayet ediyorum. Ben Allah´tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum.”
4. Şikayet etmekte haksız olabilir miyiz?
Halinize Şükredin
Teknolojiden ve insanların çok konuşmasından sıkılan bir adam bir manastıra kapanmaya karar verir. Keşişlere gerekçelerini anlatır. Baş Rahip:
TUZ VE SU
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.
Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi.
Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.
Sıkça yaptığımız “Şikayet etmek” davranışına farklı bakış açıları getirmenin faydalı olacağına inanıyorum.
1) Derdi vereni, yarattıklarına şikayet etmek büyük edepsizliktir.
Rahmetli Avukat Bekir Berk, son hastalığı sırasında yatağında kıvranır vaziyetteyken yanına gelen doktor;
-Bir şikayetiniz var mı? diye sorar.
Bekir Berk, o ağır hastalığına rağmen şu cevabı verir:
- “Şikayetim yok çok şükür, sadece ızdırabım var.”
2) Zulümden şikayet etmeden önce biraz düşünelim.
HACCAC ORDUSUYLA IRAK’A YÜRÜYÜNCE
Haccac-ı Zâlim, Emevî devletinin ordu kumandanlarından biri idi. Sahabeden sonra gelen Müslüman nesle çok zulmetmiş, baskıda bulunmuştu.
Ona dediler ki:
Sen Hazret-i Ömer’in nasıl adalet ettiğini biliyorsun. Ne olur, bize onun gibi muamele eyle.
Şöyle cevap verdi:
Hazret-i Ömer’in zamanında, sahabeler gibi halk vardı. Siz sahabe gibi adalete lâyık olun, ben de Ömer gibi âdil olayım. Siz sahabe gibi adalete lâyık halk olmuyorsunuz, ama benden Ömer gibi âdil olmamı bekliyorsunuz, yağma yok. Sizin gibi halka, ancak benim gibi kumandan gerektir. Lâyıkınız budur.
Aradan bir müddet geçti, bir sürü ihtilâf ve ayrılıkların menşei haline gelmiş olan Irak ve Basra’da bir korku başladı.
Sebebi, Haccac’ın ordusu ile Irak’a geleceği söylentisiydi.
Halk toplanmış, zamanın din büyüğü, meşhur velî Hasan Basrî Hazretleri’ne gitmişti. Ona şöyle diyorlardı:
Ey muhterem zat, sen bize bir akıl ver. ne yapacağımızı işaret buyur. Haccac ordusunu toplamış, buraya geliyormuş.
Buraya gelirse olacaklar malûm. Kimimiz buradan kaçmalıyız, diyor. Kimimiz de kaçmayıp beklemeliyiz, diye diretiyor.
Büyük velî onlara şu cevabı verdi:
Kaçmayınız, zira arkanızdan erişir, sizi kılıçtan geçirir. Oturup beklemeyiniz, gelip sizi bulunduğunuz yerde kıskıvrak yakalar. Kalkınız topyekûn günahlarınıza tevbe, istiğfarla meşgul olunuz. Zira sizin başınıza gelmek üzere olan bu musibet, sizin günahlarınız sebebiyle yola çıkmıştır. Haccac bir vasıtadır. Siz bu vasıtayla ıslaha muhtaç hale gelmişsiniz.
Bunun üzerine Irak halkı, istişare ettiler. Gerçekten de bir sürü zulme, haksızlığa girdiklerini, konu komşu hakkı gözetmez, ahlâkî ve İslâmî ölçülere itibar etmez olduklarını itiraf ettiler. Derhal herkes tevbe, istiğfar ederek ALLAH’a yalvarmaya başladı:
Yâ Rab, biz Haccac gibi birinin zulmüne müstehak olduk. Sen bizim kusurumuzu afveyle. Günahımızı itiraf ediyor, ihtilâf ve tefrikalara artık son vermek istiyoruz!
Cami ve mescidlerde, ev ve kırlarda gözyaşı dökerek tevbe, istiğfara devam eden halka, birkaç gün sonra şu haber geldi:
Irak’a doğru yola çıkmış olan Haccac aniden fikir değiştirerek yönünü başka tarafa çevirdi, buraya gelmekten vaz geçti.
Hak kulundan intikamı yine ahdiyle alır.
Bilmeyen İlm-i ledünnü, onu abd etti sanır.
Her işin faili O’dur, kul eliyle işlenir,
Zanneder misin ki hâşâ O’nsunuz bir zerre deprenir…
Kaynak : Ahmet Şahin - Dini Hikayeler s:100
3. Şikayet etmeden önce düşünelim, belki bilmediğimiz bir şey vardır.
Yusuf Suresi 86. ayet:
Dedi ki: “Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah´a şikayet ediyorum. Ben Allah´tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum.”
4. Şikayet etmekte haksız olabilir miyiz?
Halinize Şükredin
Teknolojiden ve insanların çok konuşmasından sıkılan bir adam bir manastıra kapanmaya karar verir. Keşişlere gerekçelerini anlatır. Baş Rahip:
- "Burada sana bir oda verilecek. İçinde kitaplar, resim çizebilmen için gerekli malzemeler olacak. İstediğin gibi kırlarda dolaşabilirsin. Hiçbir teknolojik araç yok burada ancak olağanüstü durumlar dışında sadece yedi yılda bir konuşabilirsin" demiş.
Adam tüm şartları kabul etmiş. Aradan yedi yıl geçtikten sonra keşişler adama söylemek istediği bir şey olup olmadığını sormuşlar. Adam:
-“Odam çok soğuk” demiş. Odasına bir soba koymuşlar.
Aradan bir yedi yıl daha geçmiş. Bir diyeceği olup olmadığını sormuş keşişler. - “Yemekler çok tuzsuz” demiş adam.
Aradan bir yedi yıl daha geçmiş. Adamı çağırıp bir isteği olup olmadığını sormuşlar. Adam: - “Buradan çıkmak istiyorum.” demiş.
Bunun üzerine başrahip sinirlenerek elini masaya vurmuş:
- “Biliyordum, Biliyordum, Biliyordum. Geldiğinden beri hep şikâyet, hep şikâyet, hep şikâyet.”
TUZ VE SU
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.
Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi.
Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
- Tadı nasıl? diye soran yaşlı adama öfkeyle:
- Acı diye cevap verdi.
Usta gülümseyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı.
Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - Tadı nasıl?
- Ferahlatıcı diye cevap verdi genç çırak.
- Tuzun tadını aldın mı? diye sordu yaşlı adam.
- Hayır diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
- Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.