Kocaeli Kandıra

Kocaelispor41

Paylaşımcı Üye
TARİHÇE

Maviyle yeşilin, güneşle kumun kucaklaştığı Karadeniz’in küçük şirin ilçesi Kandıra;
Rıfat Yüce’nin 1945 yılında yazdığı Kocaeli Tarihi ve Rehberi adlı kitapta ve bazı kaynaklarda milattan önce 3000’li yıllarda Sit’lerin, As’ların ve Amazon’ların burada yaşadıkları efsanesinden bahsedilmekteyse de, Kandıra, Romalılar, Yunanlılar, Bizanslılar ve Osmanlılarla günümüze kadar ulaşır. M.Ö. 7.yy.’da yöre halkının, 1200’lü yıllarda Ege göç kavimleriyle gelen Mis’ler ve Bebrik’lerden oluştuğu ve yine aynı dönemde Megaralı’larında burada yerleştiğinden bahsedilmektedir.

Bizanslılar döneminde kente, “KENTRİ” denilmekteydi. Kentri; santral anlamında kullanılmıştır. O dönemde Bizanslılar Üsküdar kazası ile Tarsus arasında kurulan geceye özgü haberleşme hattının, merkezi santralin bulunduğu yer anlamındadır.Bu yer Bizanslılar döneminde ticaret merkezi olarak gelişmiş, limanı da bu günkü Seyrek Koyu’nda kurulmuştur. Halen Seyrek Koyu’nda bir kale kalıntısı mevcuttur. Kale Romalılar döneminde ithalat ve ihracat merkezi olan, şimdi ise sular altında kalan (Sirek) Seyrek İskelesi’ni korumak amacıyla kalenin yapıldığı bilinmektedir. Bu kalenin üç tarafı denizle çevrilidir. İki metre genişliğinde dar bir yolla karaya bağlantısı vardır. Kalenin yanında kireç, taş ve tuğladan yapılmış bir hamam ve kalenin yolu üzerinde Bizans Prenslerine ait lahit bulunmaktadır. Günümüzde yıkıntı halde bulunan kalenin taş ve toprakları ile örtülmüştür. Seyrek İskelesi ile Kandıra, Çal köy ve civarında, Bollu ve Safalı divanları arasında birçok ören yeri bulunduğu ve ormanların bunları örttüğü sanılmaktadır.

Kerpe, Bitinya Krallığı’nın ardından Roma, Bizans ve Ceneviz gemilerinin uğrağı haline gelmiştir. Osmanlı döneminde İstanbul’un ihtiyaçlarından odunkömürü, tomruk ve tahtanın bir kısmı da Kerpe’den nakliye edilmiştir.

Yapılan kazılarda bulunan ve halen İzmit Müzesinde sergilenmekte olan Kandıra ve Yöresinde çıkarılmış bir takım eserler mevcuttur. Bunlardan birisi de Salmanlı Muharremler köyünde bulunan üzerinde öküz başı ve üzüm salkımı olan lahit parçası dır.

M.S. 3. yüzyıl Roma devrine ait Kumköy’den çıkarılan insan heykelinin o dönemde havuz süsü olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Mevsimleri ifade eden bu heykellerden; elinde mısır koçanı tutan kadın heykel sonbaharı, elinde av köpeği tutan başı örtülü kadın heykeli de kışı temsil etmektedir. Bunlardan ilkbaharı temsil eden heykel halen bulunamamıştır.

Kandıra, Orhan Bey zamanında 1308-1317 tarihleri arasında “Kocaeli Fatihi” adıyla anılan Akçakoca Bey tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Akçakoca Bey; (Ö.1328 Kandıra) birçok fetihlerde bulunmuş, Osmanlı Akıncı Beyidir. Aşiret beylerinden olduğu sanılmaktadır. Akçakoca Bey, Osman Bey’in yakın arkadaşı ve komutanlarındandı. Orhan Bey’e şehzadeliğinde, lalalık yaptı. 1300-1310 arasında, Karasu’dan Karadeniz Ereğlisi’ne kadar uzanan kıyı bölgesinde fetihler yaptı. Bu sırada Orhan Bey’de, O’nun yanında savaş deneyimi kazanıyordu. Akçakoca Bey 1320 de İzmit ve çevresini fethetmek için akınlar düzenledi. Sapanca Gölü kıyılarındaki küçük kaleleri aldı. Burada üslenerek Kandıra’ya akın yaptı. Konur Alp’le birlikte Aydos ve Samandıra kalelerini Bizanslılar’dan alarak kendi askerlerini yerleştirdi. İzmit‘e yönelik akınlarını sürdürürken, Kandıra yakınlarındaki Babatepe’de öldü.

Daha sonra onun anısına İzmit sancağına Koca-ili (Kocaeli) adı verildi. 1550’den itibaren bozulmaya başlayan ekonomik durum İzmit’i de etkilemeye başladı. Bunun üzerine hazinenin gelirlerini arttırmak için devlet bazı önlemler almaya mecbur oldu. Bunlardan biride “Arazi Tahrirleri” ni yenilemekti. Bunun üzerine pek çok kişi toprağını bırakarak soygunculuğa başladı. 1565’te Bursa sancak beylerinden Abdurrahman Bey eşkıyayı yakalayarak cezalandırmak üzere görevlendirildi. Bu yıllarda Suhte (Medrese öğrencisi) Ayaklanmaları patlak verdi. İzmit’e büyük zararlar verdi. Özellikle Kandıra sık sık Suhte’lerin saldırısına uğruyordu. 1571 yılında Suhte olaylarından, halkın yakınması üzerine İstanbul’dan Ulufeciler Ağası Ramazan Bey, 100 askerle kasabanın yardımına gönderildiyse de, olaylar yatıştırılamadı. 1573’te doruk noktasına ulaşan Suhte olayları 1592’de İstanbul’da başlayan veba salgınının, İzmit’te de sıçraması zaten yaşanmaz hale gelen hayatı felce uğrattı.

1868 yılından önce Kandıra, Üsküdar kazasına bağlı bir nahiyeydi. Kaza olunca Bağımsız İzmit Sancağı’na bağlandı. Coğrafi durumu, İstanbul, İzmit ve Karadeniz’e yakınlığı sebebiyle Kandıra İstiklal Savaşımız sırasında oldukça yoğun faaliyetlerin meydana geldiği bir yer olmuştur. İstanbul’dan, Milli Mücadele için kaçarak Ankara’ya gitmek isteyen bir kısım vatansever şahsiyetler, İstanbul-Şile istikametinden dağlık kesimden Kandıra’ya gelmişler, ve sonra Geyve Boğazı yolundan Ankara’ya ulaşmışlardır. Bunların arasında, Atatürk’ün silah arkadaşı ve Eski Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak Paşa’da vardı.

Kandıra Kurtuluş Savaşı esnasında sırasıyla muhtelif işgal ve tecavüzlere maruz kalmıştır. 1918’de İngilizlerin, 1920’li yıllarda Yunanlıların işgalini yaşadı. Bir dizi Rum, Ermeni, Abaza, Çerkez çetelerin saldırı ve tecavüzleri ile yağmalar gördü. Bütün bunlara rağmen Kandıra halkı ve köyleri başlangıçtan itibaren Kuva-i Milliye’yi ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı desteklediler. Dışarıdan hiçbir etkiye gerek kalmadan Kandıra halkı ve bilhassa köyleri kendiliğinden harekete geçerek silahlanmışlardır. Kendilerine birer lider seçerek köy ve nahiye olarak milis kuvvetleri kurup mücadeleye başlamışlardır. Bunların bazıları; Kandıra Kazası Şeyhler Nahiyesi’nden “Halit Molla”, Akçaova Nahiyesi’nin Tokaçlar Köyünden “Ahmet Reisoğlu”, “Molla Rıfat”, Kaymas Nahiyesi’nden “Halit Pehlivan”, “Dayı Mesut” çetesi, Kandıra ve Karasu Bölgesinden “İpsiz Recep” çetesi, “Küçük Aslan” çetesi ve “Yahya Kaptan” çeteleri bunların önde gelenlerindendir.

Batılı devletlerle görüşmeler yapmak üzere Avrupa’ya gitmekte olan Ankara Hükümeti’nin Dışişleri Bakan Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey’e Kandıra Halkı adına yollanan 14 Şubat 1922 tarihli telgraf metni şöyledir;

Kandıra 14.02.338/1922
İzmit’de Hariciye Vekili Devletlü Kemal Beyefendi Hazretlerine;
Mukaddes vatan ve milletimizin hukuku meşruasını müdafaa eylemek üzere Avrupa’ya seyahatiniz hasebiyle İzmit’i teşrif buyurdukları haber-i meserretini irsini istibşar (haber almak) eyledik. Bu uğurdaki Seyahatı lilerinin vatan ve milletin hayatını idame edecek muvaffakiyet ile intacını cenabı haktan temenni eder ve bu vesile ile Büyük Millet Meclisinin prensipleri dairesinde Misak-ı Millinin husulune kadar ahdipeymanımızdan hiçbir vakit inhiraf etmiyeceğimizi ve Tarihi Alemi şanlı ve medeni vekayıiyle tezyin etmiş olan Türk unsurunun kudret-i cengaveranesini beşeriyetin yüz karasından başka bir şey olmayan hain Yunanlılara göstermeğe ve bu uğurda ölümü istihkar edercesine çalışarak kanımızın son damlasını akıtmağa kemali hahişle azim ve kast eylemiş olduğumuzu umum kaza namına araz cesaret eyleriz olbabda.

Ayrıca Milli Mücadele yıllarında önemli görevler üstlenen Kuva-ı Milliyeci’lerden Kandıra ve Karasu yörelerinde direnişi yöneten Recep Reis (İpsiz Recep) ipe uzanmış boynunu hiç bükmeyen ve asla baş eğmeyen, başkaları için yaşayıp, ülke istiklalini kendi istiklalinden önde tutan eski zaman beyi “Abdullah Emiroğlu“ sülalesinden gözü kara bir Rize’lidir. 1862 yılında Rize’nin Portakallık Mahallesi’nde doğan Recep Reis Rize ile Rusya arasında tuz kaçakçılığı yaparken 1917 ihtilali sırasında Ruslar’a esir düşüp Sibirya’daki esir kamplarında ve Rus cezaevinde uzun süre kalmıştır. Azerbaycan’lı bir gardiyan yardımıyla kaçıp Batum’a gelen İpsiz Recep burada kaçırdığı erzak yüklü bir motorla Kefken Adası’na geldiği sırada motoru alabora olup batmıştır. Motoru batıp parasız kalan Recep Reis, Kandıra ve Karasu havalesinde eşkıyalığa başlamış o bölgede suç işleyen hemşehrileri de kendisine katılmıştır.

Recep Reis 1. Dünya Savaşı zamanında yaptığı korsanlık ve eşkıyalıklardan dolayı ün yapmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştır. Kaymakam Atıf Bey ve Doktor Yüzbaşı Raif Bey tarafından Milli Mücadele’ye katılması için ikna edilmiştir.

Milli Mücadelenin ilk günlerinde Recep Reis Kefken’e komutan olarak atandı. İstanbul’dan deniz yolu ile Anadolu’ya geçebilmek, Recep Reis ve adamları sayesinde olabiliyordu. Takalarla silah ve cephane kaçırılması yine onun bilgisi dahilinde oluyordu.

Recep Reis, Milli Mücadele yıllarında havalesindeki Rum ve Ermeni çetelerini sindirmiş, Yunan işgali günlerinde bölgesindeki Türk halkını bunların tecavüzünden korumuş ve İngiliz müfrezelerine büyük kayıplar verdirmiştir. Yunanlılara ani baskınlar düzenleyip, üs olarak kullandığı, Kefken Adası’na kaçıyordu.

Milli Mücadele’deki hizmetlerinden dolayı Yüzbaşı Rütbesi ve 23 Eylül 1929 tarih ve 15675 sayılı istiklal madalyasıyla onurlandırılmış ve Karasu Yeni Mahalledeki evinde vefat etmiştir. 1957 yılına kadar Sakarya Nehri kıyısında taşsız bir mezarda yatan Recep Reis’e daha sonra hizmetlerine yaraşır bir mezar yapılmıştır.

Bir diğeri “Halit Molla”, Şeyhler Nahiyesi gençlerinden beş altıyüz kişilik bir kuvvetin başına geçerek her ferdin kendi silahını temin etmesini, edemeyenlerin de halkın yardımıyla silahlandırılarak kendi grubunu cephane ve silahla donatmış. Sifler ve Fındıklı köyleri civarında 100 kişilik Rum ve Ermeni çetelerini tamamen imha ettiği gibi Yunan taburuna da önemli zaiyatlar verdirmiştir.

Bir diğeri Kaymaz Nahiyesi’nden “Halit Pehlivan” bir taraftan arkadaşlarıyla birlikte Rum, Ermeni, Abaza çeteleriyle mücadele etmiş, bir taraftan da kendi silah arkadaşlarının cephane ve silahlarını temin etmeye çalışmış ve önemli görevler yapmıştır.

Akçaova nahiyesinden “Rıfat Molla” 50 kişilik bir kuvvet kurarak önce kendi nahiye çevresindeki Rum çetelerini temizlemiş, İstanbul yolunu açmak için halkı soyarak gelmekte olan 300 atlı Çerkez ve Abaza çetelerine karşı, Rıza Bey ve gurubuna yardım ederek bu çetelerin başarılı olmasına imkan vermemiştir.

Kandıra Haziran 1921 sonuna kadar Yunanlıların işgali altında kalmıştır. Kandıra halkının direnişi ve oyunlarının bozulduğunu gören düşman kuvvetleri çekilmek zorunda kalmış ve Kandıra Temmuz 1921 sonunda kesin olarak Türk birliklerinin denetimine geçmiştir.

İtilâf Devletleri’nin tahammül fersa (tahammülü aşan) bir şekle gelen müdâhelât ve tazyîkâtından (müdahale ve baskılarından) dolayı kemâl-i teesüfle (son derece üzüntüyle) kabinenin istifasını istihbâr ettik (haber aldık). İşbu buhran-ı vükelânın (vekiller arasında çıkan karışıklığın) efkâr-ı umumiye-i millette (bütün milletin fikirlerinde) derin bir heyecan tevlid ettiğini (doğurduğunu) ve makâm-ı saltanat ve hilafet etrafında tevhid-i fikir ve âmâl (fikir ve istek birliği) ederek istiklâl (hürriyet) ve masuniyet-i şahane ve temamiyet-i memalik-i devlet aliyyeleri (büyük devletin topraklarının tümünü korumak) için son fedakarlığı göze aldırmış olan bi’l-umum teb’a-i mülûkârelerinin (tüm Osmanlı teb’ası) âmâl-ı milliyeyi (milli emellerini) bi hakkın (hakkıyla) tatmin edebilecek bir heyet-i muhtereme-i vükelânın teşkiline muntazır bulunduğunun atabe-i ulyâya bi’t-telgraf arz ve isti’taf edildiği ma’ruzdur. 5 Mart 336 (1922)
 
  • Beğen
Tepkiler: mustafag

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Benzer konular