Bir zamanlar Mersin, sadece bir liman kenti değil, güneşin ağır ağır battığı, çocukların sahilde gazoz kapağıyla oynadığı, komşuluğun, dostluğun sokağa taştığı bir Akdeniz rüyasıydı.
Taş evlerin avlusunda asılı çamaşırlar,
Her öğlen radyo haberlerine eşlik eden taze limonata,
Yazlık sinemalar,
Sahil boyunca pedal çeviren çocuklar…
Bunlar, bugünün trafik korna sesleriyle örtülmeye çalışılan geçmişin en berrak anılarıydı.
Bir sabah pazara uğrayıp bir poşet narenciye almak, ardından Kültür Merkezi önünde bir simitçiden alışveriş yapmak bir zamanların gündelik ritüeliydi.
Ve unutulmaz bir ses: “Limon, mandalina, yeni çıktı!” diye bağıran seyyar satıcılar.
Şimdi yüksek binalar, alışveriş merkezleri ve siteler yükseldi o nostaljik kartpostalların yerine. Ama kalplerde hâlâ bir yerlerde saklı kalan o Mersin, yaşlıların gözlerinde, eski albümlerin arasında, ve belki de sadece hatırlayanların dilinde yaşıyor.




Bunlar, bugünün trafik korna sesleriyle örtülmeye çalışılan geçmişin en berrak anılarıydı.
Bir sabah pazara uğrayıp bir poşet narenciye almak, ardından Kültür Merkezi önünde bir simitçiden alışveriş yapmak bir zamanların gündelik ritüeliydi.
Ve unutulmaz bir ses: “Limon, mandalina, yeni çıktı!” diye bağıran seyyar satıcılar.
Şimdi yüksek binalar, alışveriş merkezleri ve siteler yükseldi o nostaljik kartpostalların yerine. Ama kalplerde hâlâ bir yerlerde saklı kalan o Mersin, yaşlıların gözlerinde, eski albümlerin arasında, ve belki de sadece hatırlayanların dilinde yaşıyor.