Kendi Yazdığınız Hikayeler, Denemeler, Makaleler ve Anılar

Bu başlık altında kendi yazdığınız hikayeleri, denemeleri, makaleleri ve anılarınızı paylaşabilirsiniz. Birçoğumuzun içinde edebi merak var az çok. Kendi çapımızda bir şeyler karalıyoruz bazen.


Kendi yazdığım bir hikaye:

Kebapçı

Uzun ve yorucu geçen bir ay sonu maaşını alan Barbaros, mesut bir ruh haliyle yatağa uzanıp yastığı başına koyduğu anda uzun süredir ihmal ettiği dostları Ivan ve Tansu’yu hatırladı. Onları uzun süredir arayıp sormuyor, kısa mesaj bile atmıyordu.

Gerçi İvan ve Tansu’nun da Barbaros’tan geri kalır yanı yoktu. Onlar da hayatın koşuşturmasında sosyalleşmeye yeteri kadar vakit ayıramıyor olmalıydılar.

Fakülte yıllarında hafta sonlarında İvan ile beraber Tansu’nun dedesinin çiftliğine gidip mangal yakan Barbaros, birden o günleri anımsadı. Kafasında planları o an kurdu. Ertesi gün kuşluk vaktinde önce Ivan’ı sonra da Tansu’yu aradı. Biraz hoşbeş ettikten sonra onları Cumartesi akşamı bir kebapçıya davet etti. İvan ve Tansu bu davet karşısında şaşırdılar. Üzerine mutluluk sosu dökülmüş hayret edici bir nidayla davete icabet edeceklerini belirttiler. Uzun süredir görüşmeyen bu 3 dost nihayetinde bir araya gelecekti. Üçü de Cumartesi gününü iple çekmeye başladılar.

Akşam ayazının oldukça üşüttüğü Cumartesi akşamı nihayet geldi. Barbaros, Tansu ve İvan sırasıyla lokantaya geldiler. Samimi bir şekilde birbirlerine sarılıp öpüştüler ve aralarında klişe ‘‘Nasılsın? Ne yapıyorsun?’’ temalı diyaloglar kuruldu. Girizgah çok uzun sürmeden sohbet koyulaştı.

Ivan: Barbo, yahu nereden buldun burayı? Konumu caddeye uzak. Zor bulduk.

Barbaros: İvancım, geleneksel ve samimi bir yer. Kebapları da lezzetli.

Tansu: İvan, salaş ortamlara bayılır bu herif. Okulda da bayılırdı. Tam bir milyoncu.

Barbaros: Bırakın şimdi edebiyat yapmayı. Neyse, siparişler geliyor…

3 buçuk porsiyon Adana kebap, salata ve mezeleriyle birlikte masaya gelir gelmez iştahlı bir şekilde tüketilmeye başlandı. Yemek boyunca Barbaros’un konuyu açması üzerine çiftlikte yakılan mangalda pişirilen terbiyeli tavuklardan bahsedildi. Barbaros’un 1 semiz tavukla bile doymadığı günler yad edildi ve gevrek gülümsemelerle mizahı yapıldı.

Yemek bittikten sonra lokantanın ikramı olduğu bildirilen 3 bardak çay masaya geldi. Çay faslı da bittikten sonra İvan, lavaboya gidip geleceğini söyledi. Bu sırada Barbaros, bir bardak daha keyif çayı içeceğini söyledi. Yüzünde tarifsiz bir tebessüm vardı. Çay içtikten sonra Tansu ile göz göze geldi ve ‘‘Hadi’’ dedi. Her şey planladıkları gibi olmuştu. İvan’ın çantasını aldıkları gibi lokantadan hesabı ödemeden hızlıca kaçtılar. Garsonlar peşlerine düşmesin diye masaya İvan’ın lavaboda olduğuna dair not ve İvan’ın çantasından çıkardıkları bir hırkayı bıraktılar. Bu sırada İvan, çayına Tansu’nun el çabukluğu ile çaktırmadan müshil atıldığından ve tokatlandığından habersizdi. Çıkar çıkmaz gerçeklerle yüzleşti. Bir hayli şaşırdı. Bu onda soğuk duş etkisi yarattı.

Üniversite son sınıfta son ay kiradan ve faturalardan kendi payına düşeni ödemeyip kaçan İvan, bu sefer ev arkadaşları tarafından oyuna getirilmişti. Geçmişte yaptığının cezasını şimdi bulaşık yıkamakla ödeyecekti. Barbaros ve Tansu ondan tatlı sert bir öç almıştı.

01.12.2023

2 Beğeni

Hikaye

Pelikan Petit

Kuş gözlemcisi Muallim Pelin Kuş tarafından balıkçılların yaşadığı bir sazlıkta ayağı sakat numarası yaparken bulunan Pelikan Petit, derhal kucaklanıp eve götürülmüştü. Bunun üzerine doğal hayata müdahale suçlamasına maruz kalan Pelin, Kuşçular cemiyetinden atılmıştı.

Pelikan’a Petit ismi de yeni sahibi Fransızca öğretmeni Pelin Kuş tarafından verilmişti. Ayağının sakat olduğu sanısına kapılan Pelin, Petit’i sahiplenir sahiplenmez ilk iş olarak aşağı mahalledeki Baytara götürmüştü. Hayvanlardan, bilhassa kuşlardan iyi anlayan ve Veterinerliği derece ile bitiren, bu süreçte kopya çekip ortalamasını yükseltmeyi de ihmal etmeyen Baytar Petek, pis bir gülümseyişle ‘‘Bunun hiçbir şeyi yok, biraz şımarıklık yapmış’’ dedi. Bunun üzerine Pelin, Petit’i alıp evinin yolunu tuttu, ona bahçede bir yer hazırladı. Günler geçiyor ve Petit büyüyordu. Girdiği dost ortamlarında sürekli Pelikanı Petitten bahseden Pelin, her gün öz çekim yapıp sosyal mecralarda fotoğraflarını paylaşıyordu. Bunda şüphesiz, kovulduğu kuşçular cemiyetini kıskandırma gayesi de vardı.

Petit’in şöhretinin yayılması pek uzun zaman almadı. Pelin’in muallim çevresinin ekonomi, muhasebe dalıyla haşır neşir olanlar, Petit ile bir ayrı ilgilenir olmuştu. Bunda elbette bir çıkar olmalıydı. Sokak köpeklerine hoşt, olta balıkçılığı yapan amcaların yakınında bulunan kedilere pist diyen bir cenahtan Petit’e şefkat gösteren birisinin çıkması neredeyse imkânsızdı. Peki, Petit’i cazip kılan neydi? Detone bir şekilde çığlığa benzer çıkardığı ses mi? Yoksa bakımlı, yumuşacık tüyleri miydi?

Petit’i ön plana çıkaran gagasıydı. Ekonomi derslerinde Lorenj eğrisi, Pelikan gagası ile bağdaştırılır ve talebelerin aklında kalıcı olması amaçlanırdı; fakat doğadan kopuk, akıllı telefonları ile sağda solda yer bildirimi yapan gençler, daha önce canlı bir Pelikan görmemişlerdi. Bu yüzden ekonomist çevreler, öğrencilerine bu pelikanı gösterebilmek için ilgilenir gibi yapmışlar ve Pelin’den Petit’i görebilmek için randevu istemişlerdi. Tabi bu randevu talebi öyle kuru kuruya olmamış, başta balık pazarından alınan derya kuzuları olmak üzere çeşitli hediyeler verilmişti Pelin’e. Pelin’de doymak bilmeyen Petit’e kendisine hediye edilen balıkları yedirmiş ve bir nebze olsun bütçesini korumuştu.

Nihayetinde bir ekonomi muallimi, doğal hayat ve hayvanlar konusunda pek zayıf olan öğrencileriyle Pelin Kuş’un evine gelmiş ve Pelikan gagasını öğrencilerine göstermişti. Öğrenciler de şaşkın bir edayla uzun uzun Petit’i süzmüş, hem gagasının şeklini akıllarına kazımışlar, hem de balıkları löp löp nasıl yuttuğuna tanıklık etmişlerdi. Bu inceleme ile eğitimde çığır açılmış, öğrenciler ekonomi derslerine bir ayrı bakar olmuşlardı.

Bir süre sonra Pelin’in ekonomi, muhasebe çevresinde mezun olan yeni kalemler, istikballi birer ekonomist olarak yurt dışına beyin göçü kapsamında gitmişlerdi. Petit ise kendisine gösterilen ilgiden dolayı iyice şımarmış ve balık yemekten tombullaşmıştı.

Ayağının sakat olduğu sanılarak eve getirilen Pelikan Petit, nice genç ekonomiste de ilham kaynağı olmuştu ve doğaya salınma vakti gelmişti. Muallim Pelin, tarafından Kuşçular cemiyetinin telkinleriyle doğal hayata bırakılmış ve arkadaşlarının yanına dönmüştü. Artık o, doğada dilediğince çığlık atabilir, Pelin de kovulduğu kuşçular cemiyetine, arkadaşlarının yanına geri dönebilirdi.

25.02.2016

1 Beğeni

Balıklara Fısıldayan Adam

Balık fiyatlarının ucuz olduğu bir zaman dilimi yaşanıyordu. Balıkların kulaklarına kar suyu kaçmış, bu da balıkların yüzeye daha yakın yerlere gelmesini sağlamıştı. Bu durum, şüphesiz avcıların yüzünü güldürmüş, balık pazarını hareketlendirmişti. Satıcılar, iştahlı müşterilerine balıkları fahiş fiyattan satmak için kıyasıya mücadele ediyorlar, dillerini döküyorlardı. Kuşkusuz bu bereket, balık tutkunlarının da iştahını epey kabartmıştı. Bugünlerde akşam mönülerine ihtiva eden yegâne gıda maddesi balık olmuş gibiydi. ‘’Gel vatandaş, Derya kuzusu bunlar, Balığa gel’’ sloganları arasında yürürken bu sloganlardan etkilenip balık satın alma niyetinde olmayan aklım, adeta çelinmişti. Bu sloganlarla beraber, balıkların cilalanmışçasına parlak görüntüsü, canlı kırmızı iri gözleri tazeliğini fazlasıyla belli ediyordu. Bu görüntüden, damak zevkinden anlayan her fert ‘’ ben etkilenmedim’’ diyemezdi. Ben etkilenmiştim. Balık pazarını sadece transit bir yol olarak kullanma niyetiyle girip uzunca bir müddet balıkları incelemeye koyulmuştum. Artık balık almaya kararlıydım; fakat hangi balığı alacağım konusunda henüz kararsızdım. O an karşıma yakın ahbabım Kaplan Çıktı.

Kaplan, damak tadına güvenen bir gurme olarak belki de an manalı bir yerde karşıma çıkmıştı. Onu satıcıyla hararetli bir tartışmanın içerisinde yakalamıştım. Bu tartışma, öyle ağır bir üslupta değil, müşteri, alıcı arasındaki tatlı sert bir tarzdaydı. Zaten eşraf, Kaplan’a aşinaydı. Çoğu balıkçı, onla tanış olmuştu. Bu nedenle Kaplan’ı alelade bir müşteri sanıp; ona kazık atmaya yeltenen ve ufak bir ihtimal de olsa başarılı olan bir esnaf, çevresi tarafından esefle kınanabilirdi. Zaten böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi neredeyse olanaksızdı. Kaplan, bilhassa balık konusunda külyutmazdı.

Bu gerçeği bildiğimden bu tatlı sert tartışmaya müdahil olup, Kaplan’ı tasdikler nitelikte yorumlarda bulundum.

  • Hey Balıkçı! Beyefendi doğru söylüyor. Bu balıklar taze lakin ebatları birkaç santim kısa.

  • Kaplan: Vay, Baboş! Nerelerdesin sen ya? Bu ne hoş sürpriz! İmdadıma yetiştin.

  • Kaplan, vallahi balık konusunda duayen olmadığını bilsem yardımım dokundu derdim.

  • Kaplan: Yahu şu balıklardan anladığımı da bilmeyen yok ha!

Tatlı sert tartışmanın içerisine biraz daha şeker, yani mizah katıp balıkçının duygularıyla oynamayı başarmıştım. Bu, satın alınacak balığın daha kaliteli ve ucuz olabileceğine işaretti. Öyle de olmuştu. Kaplan 1 kilo İstavrit, ben de 1 kilo Çıplak almıştım. Balıkları satın alıp otobüs durağına doğru yürürken balık hakkındaki şen sohbetimiz doruklardaydı. O an Kaplan, bir balık partisi yapma kararı aldı.

  • Kaplan: Bak ne diyom Baboş: Bu akşamüstü alalım piknik tüpünü, yağı gidelim bir mesire yerine. Balıkları pişirelim.

  • İyi dedin Kaplan. Denize nazır bir yer olsun.

  • Kaplan: Şu kaypak belediyenin zahmet edip yaptığı sahildeki parka gidelim. Tomruğu da çağırayım. Organik sebzeler getirir.

  • Desene bu akşam ziyafet var.

Nihayetinde güneş batmaya meyletmişti. Bir tarafta temizlenmiş istavritler ve çıplaklar, bir tarafta mısır unu. Piknik tüpü üzerinde bir tava, dilimlenmiş ekmekler, meşrubatlar, organik sebzelerden hazırlanmış nefis bir salata, üzerine de hakiki zeytinyağı…

Tipik bir Akdeniz akşamı, mevsim kış ama hava ılık… Rüzgârın zayıf olması da bizim lehimizeydi. Bu vaziyet içerisinde balıkları una bulayıp, hemen kızarttık. Kızaran balıkları bir kaba alıp soğumaması için üzerini örttük. Artık balıkların tadını iyice merak ediyordum. Ben bu merak içerisindeyken Kaplan, mağrur bir edayla, balıkların pek lezzetli olduğundan eminmişçesine bir tavır takınıyor, endişesiz bir imaj yaratıyordu. Tomruk ise acıkmış bir yüz ifadesi bakışlarından ‘’ne olsa yerim’’ diye bağırıyor gibiydi.

Nihayetinde balıkları kılçıklarından ayıklayıp yemeye başladık. Yanına limon aromalı bir gazoz ve salata tamamlayıcı unsurdu. Balıkların tazeliği, lezzetinden anlaşıyordu. Daha önce Kaplan’ın Balık bilgisinden ufakta olsa şüphelerim vardı. Çevrenin mübalağa ettiğini düşünüyordum. O akşamüstü kızıllığında balıkları afiyetle yerken artık bir şüphem kalmamıştı. Ayrıca Tomruk’un organik salatası da beni turfan kenarında tüm natürelliğiyle tıkınan biri gibi hissettirmişti.

Akşam oldu ve geriye boş gazoz şişeleri, dağ gibi yayılmış kılçıklar ve doymuş 3 mide kaldı. Bundan sonra Kaplan, nazarımda artık ayrı bir kimlik kazanmıştı. Ona bundan sonra Balıklara fısıldayan adam denmeliydi.

1 Beğeni