Bu Siteyi Ziyaret Etmek İçin Lütfen Tarayıcınızda JavaScript'i Etkinleştirin.

zamanda yolculuk | WowTurkey Bilgi Resim Ulaşım Paylaşım Forum Sitesi

Zamanda Yolculuk Yapmak Mümkün Mü?

Emir

Moderatör
Moderatör
Birçoğumuz izlediğimiz bilim kurgu filmlerinden yola çıkarak acaba zamanda yolculuk yapılabilir mi diye düşünmüşüzdür. Özellikle Geleceğe Dönüş serisini izleyenler. Peki gelecekte böyle bir olasılık var mı? Bilim adamları zamanda yolculuk için ne diyorlar?

Açıkçası birçok kişi zamanda yolculuk gibi uç bir teknolojinin mümkün olamayacağını düşünüyor. Ben de zamanda yolcuğunun mümkün olmadığını düşünenlerdenim. Şayet zamanda yolculuk olsaydı gelecekten gelenler aramızda olurdu. Bu görüşü basit ve kolaya kaçma olarak yorumlayıp gelecekten gelenlerin paralel evrendeki bir Dünya'ya gittiklerini düşünenler de var. Geleceğe Dönüş 2'yi izleyenler için alternatif 1985 yılı şeklinde örnekleyebilirim. Geleceğe veya geçmişe yolculuğun mümkün olabileceğini söyleyenler olduğu gibi sadece geleceğe yolcuğunun mümkün olabileceğini söyleyenler de var.

Acaba bazılarımız bilim kurgu filmlerinin fazla etkisinde mi kalıyor? Yoksa zamanda yolculuk ile ilgili olumlu görüşler hakkında bizim kavrayamadığımız bilimsel formüller mi var?

Zamanda yolculuk fiziksel olarak pek mümkün görünmese de görsel olarak her gece mümkün. Nasıl mı? Şehir ışıklarının olmadığı bir kırsal bölgede gökyüzüne bakarak yıldızların binlerce yıl önceki görüntülerine şahit olabilirsiniz. Kim bilir belki 70 milyon ışık yılı uzaklıkta bir gezegende gelişmiş bir teleskopla Dünya'ya bakıp dinozorların yaşamlarını inceleyen birileri vardır.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

İnsanların zamanda yolculuğun fiziksel olarak mümkün olmadığını düşünmelerinin sebebi, madde, zaman ve ruh hakkındaki bilgilerinin az olmasından kaynaklanmaktadır.
Bir kaç mesajla, bu kavramları açıklamaya çalışarak zamanda yolculuğun mümkün olduğu düşüncemin doğruluğunu kanıtlamaya çalışayım.

Önce zaman kavramını anlamaya çalışalım:

Yabancı filmlerdeki uçak düşme sahnelerinden esinlenerek kısa bir senaryo çalışması yapalım :

- Mayday! mayday! mayday! Houston düşüyoruz!
- Konum bildirin.
- 41°00'16 - 28°58'59
- Ne dediğiniz anlaşılmıyor. Tekrar edin.
- 41 derece, 0 dakika, 16 saniye enleminde, 28 derece 58 dakika 59 saniye boylamındayız.
- Anlaşıldı. Hızınız nedir?
- Saatte 180 mil.
- İrtifa?
- 500 feet.
- Hangi yönde ilerliyorsunuz?
- Doğu
- Anlaşıldı. Düşeceğiniz yeri hesaplayıp, cesetlerinizi almaya geleceğiz. Allah (c.c.) yardımcınız olsun. :)

Şimdi konum bilgilerini tek tek inceleyelim.

1. Boyut :Enlem bilgisi
2. Boyut : Boylam bilgisi
3. Boyut : İrtifa / yükseklik bilgisi
4. Boyut : Hız bilgisi
5. Boyut: Yön bilgisi
6. Boyut : Zaman (Hepimizin bildiği gibi Dünya'mız KÜRE şeklindedir :) ve hem kendi etrafında hem güneş etrafında dönmektedir.
Aynı anda uçakta hareket halindedir ve yeri her an değişmektedir. Bu nedenle HERHANGİ BİR ANDA nerede olduğu önem taşımaktadır.
Bir uçağın yerini DOĞRU tesbit edebilmek için bu bilgilerin TÜMÜNE ihtiyaç vardır. Bilgilerden biri eksik olduğunda uçağın yerini DOĞRU tesbit etmek mümkün olmaz.

Bir şiirde şu ifade geçer :
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Tercümesi : Deniz canlıları, denizin içindedirler ama denizin ne olduğunu bilmezler.

İnsan zamanın içindedir ama zamanın ne olduğunu anlamakta zorlanır.
Anlaması için zamanın dışına çıkması (ölmesi) gerekir.

En, boy, yükseklikten oluşan üç boyutlu DÜNYALARINDA yaşayan insanların özellikle ZAMAN BOYUTUNU anlamaları çok zordur.
Bununla birlikte 3 boyutlu dünyada yolculuk yapan insanın (4. boyut olan) ZAMAN BOYUTUNDA DA hareket edemeyeceğini düşünmek ön yargı değil midir?

Boyutlar bunlarla sınırlı değildir. Kişisel düşüncem, DÜŞÜNCENİN DE BİR BOYUT olduğu noktasındadır.
Bu düşüncemi şimdilik örneklendirmem mümkün olmuyor.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Şimdide madde kavramını anlamaya çalışalım:

Nasıl Görüyoruz?

Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri (fotonlar), gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarılan, sinirler aracılığı ile, beynin arka kısmındaki görme merkezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır.

Nasıl Duyuyoruz?

Dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynı görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Kafatası ışığı geçirmediği gibi sesi de geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir.

Nasıl Koku Alıyoruz?

Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime girerler. Bu etkileşim beynimize elektrik sinyali olarak iletilir ve koku olarak algılanır. Sonuçta bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdığımız kokuların hepsi uçucu moleküllerin etkileşimlerinin elektrik sinyaline dönüştürüldükten sonra, beyindeki algılanış biçiminden başka bir şey değildir.

Nasıl Tat Alıyoruz?

İnsan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar tuzlu, tatlı, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi kimyasal işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanırlar. Bir çikolatayı ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır.

Nasıl Hissediyoruz?

Bir cisme dokunduğumuzda dış dünyayı ve nesneleri tanımamıza yardımcı olacak bilgiler, derideki duyu sinirleri aracılığıyla beyne ulaştırılırlar. Dokunma hissi beynimizde oluşur. Zannedildiği gibi dokunma hissini algıladığımız yer parmak uçlarımız ya da derimiz değil, yine beynimizdeki dokunma merkezidir. Bizler nesnelerden gelen elektriksel uyarıların beynimizde değerlendirilmesi sonucu sertlik ya da yumuşaklık, sıcaklık ya da soğukluk gibi, nesneleri tanımlayan farklı farklı hisler duyarız.

Madde kavramını da anladığımıza göre inşallah yarın ruh kavramını anlamaya / anlatmaya çalışalım.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Ruh kavramını anlamaya çalışalım:

Jostein Gaarder eseri olan Sofie'nin Dünyası isimli eserde şu ifadeler bulunmaktadır :
Ruhun su buharından bile daha "boş" bir şey olduğuna inanılır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Ruh, buzdan bile daha yoğundur.

Bir zamanlar meleklere inanmayan bir adam varmış. Bir gün ormanda ağaç keserken yanına bir melek gelivermiş.
- Bir süre beraber yürümüşler. Sonunda adam meleğe dönüp:
"Pekâlâ. Meleklerin varolduğunu kabul ediyorum. Ama siz bizim gibi gerçek değilsiniz," der.
Melek, "Bununla ne demek istiyorsun?" diye sorar.
Adam cevap verir: "Biraz önce bir kayaya geldiğimizde ben kayanın yanından dolaşmak zorunda kaldım. Sense kayanın içinden geçtin, gittin. Yolu kütükler kapatmıştı.
Ben kütüklerin üzerinden tırmanıp aşmak zorunda kaldım. Sense kütük yığınının içinden geçip gittin." Melek bu cevaba şaşırır ve: "Nasıl böyle dersin?" der.
"Demin bir bataklıktan geçerken ikimiz de sisin içinden yürüyüp geçtik. Çünkü her ikimiz de sisten daha yoğunuz."

- İşte biz de böyleyiz Sofi. Ruhlar çelik kapılardan geçebilirler. Ruhtan oluşan bir şeyi ne tanklar ne de bombardıman uçakları tahrip edebilir.
Bu açıklamadan sonra şu soruları sorabiliriz:
- Ruh sadece bu dünyada mı varlığını sürdürür? Vücut öldüğünde ruhun varlığı devam eder mi?
- Ruhun varlığı devam ediyorsa, nerede ikamet ediyor? Everest tepesinde mi? Denizlerin içinde mi?
Yoksa, sabit bir yeri olmayıp, gezebiliyor mu?
- Ruh vücuta bağlı olmadığı zaman yapabildiklerini, vücuda bağlı olduğunda yapamaz mı? Yapmasına engel olan nedir?
- Sofi'nin Dünyasında belirtildiği gibi tahrip edilemeyen bir varlığa mı SAHİBİZ?
Böyle bir varlığa sahipsek, bu varlığı kullanarak, uzak mesafeleri, uzak zamanları vs. görememiyiz, oralara gidemezmiyiz?
Bu varlığın kabliyetlerinin sınırı nedir? Örneğin meleklerin yapabildiği her şeyi yapabilecek kadar kabiliyetli olabilirler mi?
- Ruhunuzun kabiliyetlerinin sınırını öğrenmek için bir girişiminiz oldu mu?
- Ruhumuzun kabiliyetlerini geliştirmek için ne yapabiliriz?
 
Çok yüksek bir hıza ulaşırsınız ya da çok yoğun bir kütle çekim kuvvetine maruz kalırsanız zamanda ileri giderseniz.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Ruh ve zaman kavramlarını daha iyi anlayabilmek için örneklerimize devam edelim :

Risale-i Nur külliyatı Sözler isimli eserin Altıncı Söz ölümünde şu ifade mevcuttur :

Meselâ göz bir hassedir ki, (duyudur ki) ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.

RÜYA
göze ihtiyaç olmadan GÖREBİLDİĞİMİZİN kanıtıdır.
Benzer şekilde diğer duyulara ihtyaç duymadan da bazı şeylerin bilinebilmesi mümkündür.

Bir fıkra ile konuyu açalım.

Anadolu’da birçok yerde Murat 124’e “Hacı Murat” denildiğini biliyorsunuz.

Adamın biri otobanda Hacı Murat’la yolda kalmış. Gece yarısı kimse yok. Tek tük geçen araçlar da durmuyor.
Sonunda kırmızı bir Ferrari durmuş. Hacı Murat’ın sahibi:
- “Kardeş, yolda kaldım. Benzinciye kadar götürür müsün?”
diye sorduğunda, olumlu yanıt almış. Hacı Murat’ı bir halatla Ferrari’ye bağlamış. Ardından:
- “Aman kardeş, yavaş git. Hız yaparsan bu araba dağılır” dediğinde, Ferrari’nin sahibi:
- “Tamam ama yine de farkına varmadan hız yaparsam, sen beni sellektörle uyar” demiş ve yola koyulmuşlar.
On dakika gittikten sonra, arkadan gelen bir Lamborghini hızla yanlarından geçmiş.
Ferrari-Lamborghini kapışması ve Ferrari’nin onu geçmesi bilinen bir olay olduğu için Ferrarici gaza basmış ve aniden hızlanmış.
Arkadaki Hacı Murat “Aman ne yapıyorsun araba dağılır” dercesine devamlı sellektör yapmaya başlamış.
Ferrarici ise farkında değil, Lamborghini’yi kovalıyor.
Bir süre sonra yan yana gelmişler, ikisi de süratlenmiş.
Hacı Murat “araba dağılır” korkusu içinde sellektör yapmaya devam etmiş.

O arada trafiği denetleyen helikopterdeki görevli polis, genel merkeze bilgi vermektedir:
- Komiserim, şehrin kuzeyindeki yolda trafik güvenliği tehdit altında!!! 3 araç yarış yapıyor.
Ferrari ile Lamborghini saatte 300 km hızla yan yana gidiyorlar, arkadan da Murat 124 onları geçmek için 10 dakikadır selektör yapıp yol istiyor!!

-----
Arabaları süren kişiler önlerinde bir engel yoksa en fazla 1-2 km ilerisini görebilirler. Ondan sonrası şöförler için GAYBDIR. 2 km ötedeki bir uçurumu göremezler.
Trafiği denetleyen helikopterdeki görevli polis, arabaların 5-10 km ilerisini görebilir. Arabaların önündeki 2km den sonrası helikopterdekiler için GAYB DEĞİLDİR.

Şöförler, sıradan insanlara misaldir. Helikopterdekiler ise, ruhlarının kabiliyetini artırarak manevi dereceler elde eden kimselere misaldir.
Sıradan insanların zaman ve mekanları içerisinde göremeyeceği / bilemeyeceği bazı hususlar manevi dereceleri yüksek kimseler tarafından bilinebilir.

Teorik olarak zaman içinde hareket etmenin mümkün olabileceği ispatlanmıştır.
Teorik olarak mümkün olanı pratiğe dönüştürmek için çalışmalar yapılıyor.
 
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu isimli eserin "Ân Nedir, Zaman Nedir?" bölümünden :
Zaman: Bir bacağı ânda duran pergelle çizilen dairenin, bu hat üzerinde meydana getirdiği çaptır. Çap ne kadar büyük olursa olsun, daire daima 360 derecedir. Bunun ne ifade ettiğini ileride, sıfat bahsinde göreceğiz.
Ân noktası hem zamanın, hem de dairenin merkezidir. Her şey o merkezde birleşir.
O halde ân ve zaman bir pergelin iki bacağı gibidir.
Bir ayağı merkezde, yani ânda durur, diğer ayağı ise hareketlidir ve zamanı gösterir.

Sema’ yapanların bir ayaklarını sabit tutup, diğer bacaklarıyla bu sabit duran ayaklarının etrafında dönmeleri ân-zaman ilişkisini sembolize eder.
Allah ândadır. Öyle olduğu için de verdiği: “ kün ” (Ol) emri ân-ı vahitte gerçekleşiverir.
Merkezden uzakta olan kulun da aynı şekilde, “Ol” emri vermesi mümkündür.
Bir kulun ev yaptırmak üzere "Kün" dediğini düşünelim: Bu emri verdikten sonra, önce bir mühendise plan yaptırmak, sonra o plan için belediyeden ruhsat çıkartmak, daha sonra da sırasıyla:
müteahhit bulup, işi ona vermek, malzemeleri temin etmek, gerekirse işçi ve ustaların çalışmalarını kontrol etmek, ev bittikten sonra oturma ruhsatı almak, suyunu, elektriğini bağlatmak ve nihayet içine taşınmak, o kişinin en az bir yılını alacaktır.
Ama aynı “ Kün ” emrini Allah verdiğinde bu süre sadece bir ân olacaktır.
O’nun kâinatı yaratması da böyledir.
Yaratılış süresi bizim zamanımıza göre milyarlarca yıl sürmüş olabilir, ama bu süre O’nun için sadece bir ândır.
Rüyalarımız ân ile zaman arasındaki farkı bize, bir ilâ iki saniyelik süre içinde bir kaç yıllık serüvenler yaşatarak anlatmaktadır.
Ân ile zaman ilişkisi bizim ALGILAMA kabiliyetimizle bağlantılıdır. Ân devamlıdır, zaman ise; o devamlı olan ândan bizim ALGILAYABİLDİĞİMİZ kadarıdır.
Bunu daha iyi anlatabilmek için bizim ışık ve ses algılamalarımızı örnek vermek faydalı olacaktır.
Biz, ışık hüzmelerini bir yere kadar takip edebiliriz. Daha sonra ışık görünmez olur.
Ama bizim göremiyor olmamız o ışık hüzmelerinin yok olması demek değildir.
Onlar, biz göremesek bile, sonsuzlukta yoluna devam eder.
Aynı durum ses için de geçerlidir. Kulağımızın duyabildiği ses frekansları ve ses şiddeti bellidir.
Ses belirli bir frekans aralığının dışına çıkar veya belirli bir şiddetin altına inerse, biz o sesi duyamayız.
Ama o ses dalgaları, biz duyamasak bile, yayılmaya devam etmektedir.
Bizim “Kayboldu” dediğimiz ışık hüzmeleri ve ses dalgaları aslında kaybolmamakta, ânda toplanmaktadır.
Bizim onlar için “Kayboldu” deyişimiz, onların, zamandaki ALGILAMA kapasitemizin dışına çıkmış oluşundandır.
Allah’ta ise böyle bir tahdit olmadığı için, bizim “Kayboldu” dediğimiz şeylerin hiç biri O’nda kaybolmaz.
Allah, insanların algılama kapasitesini orta düzeyde kalacak şekilde ayarlamıştır.
İnsan ânda yaratılmıştır. Bu nedenle bir ayağı anda, yani nokta-yı kübrada, diğer ayağı ise zamandadır.
....
Zaman ve âna örnek olarak bir saatin yelkovanını göstermek te mümkündür.
Yelkovanın bir ucu merkezde olduğu için yerinden hiç kımıldamıyormuş gibidir.
Sabit intibaını verir. Diğer ucu ise, yelkovanın büyüklüğüne göre gözle de farkedilebilir bir hızla o merkez etrafında döner.
Merkezdeki ucu da hareketlidir ama, hareketli olduğu farkedilmez.
...
Günümüzdeki teknolojik gelişim zamandan âna doğru bir yakınlaşma içindedir.
Mesela: Eskiden sesler plaklara alınıp, saklanırken, bugün daha net ve aslına daha uygun şekilde kasetlere ve kompakt disklere alınmakta, yıllar boyunca da bozulmadan saklanabilmektedir.
Belki bir gün gelecek, geliştirilmiş, son derece hassas cihazlarla yıllar önceki sesleri de tespit etmek mümkün olabilecektir.
Aynı şeyin görüntü cihazları için gerçekleşemeyeceğini kim iddia edebilir ? Çünkü, bu söylediklerimizin hepsi ânda mevcuttur. Kaybolma zamana has bir keyfiyettir.
 
Geçmiş - gelecek kavramlarındaki ALGILAMA hatası hakkında

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

KÖRLERİN FİL TARİFİ

Altı tane kör adamı bir filin yanına getirirler. Her birisini filin farklı bir yerine götürürler ve onlardan, elleriyle fili tutmalarını isterler.
Sonra da, tuttukları bu şeyin “neye benzediğini” tarif etmelerini söylerler.
Körlerden bir tanesi, filin kuyruğunu tutmuştur ve şöyle söyler: “Fil bir halata benziyor.”
Bir diğeri, filin hortumunu tutmuştur ve şöyle söyler:
“Fil, iri bir yılana benziyor.”
Üçüncüsü, filin dişlerini tutmuştur ve şunları söyler:
“Fil, bir mızrağa benziyor.”
Dördüncü kör, filin gövdesini tutmuştur, o da şunu söyler:
“Fil, bir duvara benziyor.”
Beşinci kör, filin kulağını tutmuştur ve şöyle söyler:
“Fil, büyük bir yelpazeye benziyor.”
Altıncı kör ise, filin bacağını tutmuştur ve şunları söyler:
“Fil, bir ağaca benziyor.”
Hepsi, filin farklı bir özelliğini dile getirmişler.

Zihinlerinde filin bütünsel bir resmi olmadığı için, elleriyle deneyimledikleri şeyin “ne olduğu” konusunda hiçbir fikirleri bulunmuyormuş.
Elde ettikleri verileri, yaşamış olduklarından oluşan hatıralarına (hafıza kayıtlarına) göre değerlendirip, tarif etmek zorunda kalmışlar.
Bu nedenle de, yapmış oldukları bu tecrübeler (filin farklı parçalarını tutmak) ve bunlara bağlı olarak yaptıkları değerlendirmeler hem bir anlam taşımamışlar, hem de birleştirdiklerinde filin doğru bir tarifini veremedikleri için de hatalı olmuşlar.

Zaman konusundaki açıklamalarımızın bu ön bilgi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
Zaman konusunu NET anlayabilmek için zamanın dışına çıkıp, dışarıdan bakmak gerekir.
Bildiğim kadarıyla zamanın dışında hayatta kalabilme şansımız yok :)

Rabbimizin sünnetlerinden / yaratma sanatı özelliklerinden biri de YARATTIKLARINA biçim vermesidir.
ALGILAYABİLDİĞİMİZ şeylerin ya bir biçimi vardır, ya da içinde bulundukları ortamın şeklini almaktadırlar.

Bu önbilgiye dayanarak zamanında bir biçimi olduğunu VARSAYABİLİRİZ.
Zamanın biçiminin, gök cisimleri, atomlar vs. gibi KÜRESEL olduğunu VARSAYALIM.

Bu varsayımları aklımızda bulundurarak, şu örnek olay üzerinden açıklamalarımzı yapalım.

Ankara'daki ikametgahınızda rahat koltuğunuza oturmuş TV izliyorsunuz.
TV'de İSTANBUL'daki x ve y futbol takımlarının karşılaşması CANLI OLARAK yayınlanıyor.
Seyircilerden biri hazırladığı molotof kokteylini orta hakeme doğru fırlatmak üzere...
NE YAPARSINIZ? / YAPABİLİRSİNİZ?
Bağırarak hakemi uyarmaya mı çalışırsınız?
Molotof atan kişiyi engellemeye mi çalışırsınız?
Unutmayalım ki, yayını CANLI izliyorsunuz, siz Ankara'dasınız, maç İstanbul'da...
Gördüğünüz olayın SONUCUNU değiştirmek için yapabileceğiniz hiç bir şey yok.

Aynı örneği KÜRE BİÇİMİNDEKİ ZAMANA uyarlayalım.

2020 yılında ikametgahınızda rahat koltuğunuza oturmuş TV izliyorsunuz.
TV'de 2050 yılındaki x ve y futbol takımlarının karşılaşması CANLI OLARAK yayınlanıyor.
Seyircilerden biri hazırladığı molotof kokteylini orta hakeme doğru fırlatmak üzere...
NE YAPARSINIZ? / YAPABİLİRSİNİZ?
Bağırarak hakemi uyarmaya mı çalışırsınız?
Molotof atan kişiyi engellemeye mi çalışırsınız?
Unutmayalım ki, yayını CANLI izliyorsunuz, siz 2020 yılında yaşıyorsunuz, maç 2050 yılında oynanıyor..
Gördüğünüz olayın SONUCUNU değiştirmek için yapabileceğiniz hiç bir şey yok.

TEKRAR HATIRLATIYORUM 2020 yılındayken, 2050 yılındaki maçı CANLI olarak izliyorsunuz.
Yani maç GELECEKTE oynanmıyor, ŞİMDİ oynanıyor.
Sadece zaman küremizin FARKLI BİR NOKTASINDA oynanıyor.

1. olay Dünya dediğimiz yer kürenin iki farklı (yer) noktasında gerçekleşirken,
2. olay Zaman dediğimiz zaman küresinin iki farklı (zaman) noktasında gerçekleşiyor.

Farklı bir şekilde söylecek olursak, zaman küresinin her bir noktasında farklı zamanlar yaşanmaktadır.
Zaman küresinin bir yerinde Adem (a.s.) Dünya'ya indirilirken, başka noktasında, İbrahim (a.s.) ateşe atılmaktadır.
Bir noktasında peygamber efendimiz sahabeleriyle sohbet ederken, bir başka noktasında Fatih Sultan Mehmet Kostantinapol'ü kuşatmaktadır.
Bir başka noktasıda da sizler benim yazdıklarımı okuyorsunuz.
Bunların hepsi zaman küresinin farklı noktalarında ŞİMDİ olmaktadır.

İnşaAllah faydalı olacak bilgiler paylaşabilmişimdir.
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar