Kayıp Uygarlıklar

İnanın ya da inanmayın insanlık birkaç yıla yok olabilir. Eğer böyle bir şey yaşanırsa bu çok da şaşırtıcı bir durum olmaz çünkü tarih süresince birçok uygarlık dünya üzerinden silinip gitti. Savaşlar, hastalıklar, iklim değişiklikleri, yanardağ patlamaları ve istilalar gibi birçok faktörün bu medeniyetlerin kaybolmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz. İşte tarih sahnesinden silinip giden uygarlıklarını buradan Paylaşa biliriz…

7 Beğeni

Klovis uygarlığı :trident:
Tarih: M.Ö. 11500Bölge: Kuzey AmerikaKlovis kültürü hakkında pek yeterli bilgiye sahip olmasak da bu topluluğun vaktiyle Kuzey Amerika’da yaşadığını söyleyebiliriz. Klovis uygarlığı, ismini New Mexico’daki Clovis kentinin yakınlarında bulunan bir arkeolojik alandan alıyor. Bu alanda 1920’lerde taştan kesici aletler ve kemikler bulunmuştu.Bu topluluğun, buz devrinin sonlarına doğru Bering Boğazı’ndan geçerek Sibirya’dan Alaska’ya geldiği düşünülüyor.
Klovis’in Kuzey Amerika’daki ilk uygarlık olup olmadığı halen bilinmiyor ve tarih sahnesinden bir anda kaybolup gidiyorlar. Bunun nedeni de tartışılan bir başka konu elbette ki. Aşırı avlanma sonucunda kendi besin kaynaklarını mı tüketmişlerdi acaba? Yoksa iklim değişikliği, bir hastalık ya da yırtıcı bir hayvan istilası mı sonlarını getirmişti? Ya da belki de bu kültür diğer yerli Amerikan kabileleri arasında eriyip gitmiştir.

Bunlar düşünülen tüm ihtimaller; ama daha önce de belirttiğimiz gibi bu ani yok oluşun nedeni henüz netlik kazanmış değil.Klovis kültürüne ait olduğu düşünülen araç gereçler, oluklu ve keskin bir baş kısmı olan kendine has bir şekle sahip. Bu araç gereçlerin bulunduğu alanda yoğunlukla mamut kalıntılarının da olması arkeologları, Klovis topluluğunun mamut avında oldukça yetkin olduğunu düşünmeye sevk ediyor. Kalıntılar göz önüne alındığında, bu uygarlığın toplamda 125 farklı tür bitki ve hayvan tükettikleri iddia ediliyor.

KAYNAK-Araştırma bir cok Kaynak dan toplanmıştır.

6 Beğeni

Tripolye kültürü olarak da bilinen Cucuteni – Trypillia kültürü (Romence: Cultura Cucuteni ve Ukraynaca: Трипільська культура) (Rusça: Трипольская культура), Doğu Avrupa’nın Neolitik-Eneolitik arkeolojik kültürüdür (MÖ 5500-2750).

Üç Kalkolitik seramik kap (soldan sağa): ayak üzerinde bir kase, ayak üzerinde bir kap ve bir amfora, yakl. MÖ 4300–4000; Scânteia, Romanya’dan ve Moldova Ulusal Müze Kompleksi’nde sergileniyor

Güneydoğu Avrupa’nın Kalkolitik kültürleri, önemli arkeolojik alanlar. (türler dahil)

Karpat Dağları’ndan Dinyester ve Dinyeper bölgelerine kadar uzanan, günümüz Moldova’sına odaklanan ve batı Ukrayna ve kuzeydoğu Romanya’nın önemli kısımlarını kapsayan, 350.000 km2’lik (140.000 mil kare) bir alanı kapsayan, 500 km’lik (300 mi; kabaca kuzeydoğudaki Kyiv’den güneybatıdaki Braşov’a kadar).

Cucuteni-Trypillia yerleşimlerinin çoğunluğu, çoğunlukla Siret, Prut ve Dniester nehir vadilerinde yoğunlaşan yüksek yoğunluklu, küçük yerleşim yerlerinden (3 ila 4 kilometre aralıklı) oluşuyordu.

Orta Trypillia evresinde (yaklaşık MÖ 4000 ila 3500), Cucuteni-Trypillia kültürüne ait popülasyonlar Neolitik Avrupa’daki en büyük yerleşim yerlerini inşa ettiler, bunların bazıları üç bin kadar yapı içeriyordu ve muhtemelen 20.000 ila 46.000 kişinin yaşadığı yerdi.
121552833_2105067556292989_3447404305181601025_n

Bu kültürün en dikkate değer yönlerinden biri, her bir yerleşim alanının yaklaşık 60 ila 80 yıllık bir ömre sahip olduğu, yerleşim yerlerinin periyodik olarak tahrip edilmesiydi. Bu yerleşimlerin yakılmasının amacı bilim adamları arasında bir tartışma konusudur; Yerleşimlerin bazıları, eski binaların şeklini ve yönünü koruyarak, daha önceki yerleşim seviyelerinin üzerine birkaç kez yeniden inşa edildi. Belirli bir konum; Romanya’daki Poduri bölgesi, uzun yıllar boyunca üst üste inşa edilmiş on üç yerleşim seviyesini ortaya çıkardı.



121450435_2105067992959612_5472633883480273352_n

Kaynak-NBC News Müller, Johannes; Rassmann, Knut; Videiko, Mykhailo (2016).

6 Beğeni

İNDUS VADİSİ UYGARLIĞI
Tarih: M.Ö. 3300 – 1300 Bölge: Pakistanİndus Vadisi Uygarlığı, günümüz Pakistan ve Batı Hindistan bölgelerini kapsayan oldukça büyük ve tarihin en önemli antik uygarlıklarından biriydi. Kullandıkları dil henüz deşifre edilmediği için bu medeniyet hakkında çok da yeterli bir bilgi sahibi olamıyoruz.


Fakat, içlerinde Harappa ve Mohenjo-Daro şehirlerinin de bulunduğu yüzlerce yerleşim yeri inşa ettiklerini ve bu yerleşim birimlerinden her birinin kendi kanalizasyon sistemi olduğunu biliyoruz. Sınıfsız ve ordusuz bir yapıya sahip olan bu uygarlığın astronomi ve tarımda oldukça geliştiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bu topluluğun pamuklu kıyafet üretimi yapan ilk medeniyet olduğu biliniyor.

4 bin 500 yıl önce ortadan kaybolan bu uygarlığın varlığı 1920’lerde ilk kalıntılar bulunana dek bilinmiyordu. Yok oluş sebepleri tam olarak bilinmese de Hagar-Hakra nehrinin kuruması ve sıcaklıkların düşmesi gibi çevre koşullarındaki çeşitli değişikliklerin buna neden olduğunu iddia eden birkaç teorinin varlığından söz edebiliriz. Bir diğer teori ise bu topluluğun M.Ö 1500 yılında Aryanlar’ın işgali sonucunda yeryüzünden silindiğini iddia ediyor

Bu uygarlığın, bulunduğu bölgeyi daha verimli hale getirebilmek amacıyla bazı tarım teknikleri geliştirdiği biliniyor. Çoğunlukla buğday, arpa, bezelye ve pamuk üretimiyle meşgul olan bu topluluğun aynı zamanda kedi, köpek, büyükbaş hayvan ve domuzları evcilleştirdiği de iddia ediliyor. Arkeolojik kazılarda bulunan kalıntıların çoğunluğunu üzerinde insan, hayvan ve tanrıça Şiva figürlerinin bulunduğu mühürler oluşturmaktadır ve bu uygarlığın aynı zamanda Mısır ve Mezopotamya medeniyetleriyle de ilişki içerisinde bulunduğu bilinmektedir.

KAYNAK. CNN

5 Beğeni

Girit Adası Minos Uygarlığı Saray Yapıları

Girit Adası Minos Uygarlığı. Daha önceki yazılarımızda Girit merkezli, Minos uygarlığı üzerine giriş niteliğinde bir yazı yazmıştım bu yazımızda konuyu genişletelim. Öncelikle Girit merkezli saray yapıları Arkeolojik açıdan çok önemlidir adanın kuzey güney doğrultusunda bulunan irili ufaklı yerleşimler ve merkezi saray kompleksleri ilk saray yapısı olması açısından değerlidir.
Özellikle KNOSSOS ,ZAKRON ,MALYA ve FESTOS kentlerinde bulunan saray yapılarının mimari gelişimlerini birbirinden oldukça farklıdır Homeros yazıtlarında belirtildiği üzere Girit’in doksan kenti vardı. Minos kültür ve uygarlığının yükselmeye başlamasından sonra ada büyük olasılıkla beş politik bölüme ayrılmıştı. Bu bölümlerin aralarında Tunç çağı’na gelindiğinde farklar da oluşmaya başlamıştır Adanın kuzeyinin Knossos’tan, güneydeki Festos’tan, orta kesimlerin Malya’dan, doğu bölgesinin KATO ZAKROS’tan ve batı ucunun da HANYA’dan yönetildiği düşünülmektedir.
Girit şehrindeki yollar ve yapılar kesilmiş taştan, monte bloklardan oluşurdu bu sistemin Mısır tipi mimari yapılardan alındığı düşünülür Minos mimarisinde evlerin ve diğer yapıların çatıları kaplanmış biçimde ve genelde dümdüz olurdu. Binaların iki ile üç kata kadar yükseldiği görülürdü. duvarlar genelde taş ve moloz parçalarıyla doldurulur evlerin dış cephelerini oluşturan yüksek ve önemli duvarlar ise pişmiş tuğla ile yapılırdı.

Girit uygarlığı ilk saraylarını MALYA kentinde MÖ 3000 yani erken Minos dönemi dediğimiz dönemde inşa etmişlerdir bilindiği üzere Minos uygarlığı erken orta ve geç periyotlar olmak üzere üç bölüme ayrılır ve her evre kendi içinde alt kısımlara ayrılırdı Yapılan ilk saraylar yalnızca bir katlı olurlardı ve gösterişli bir ön cepheleri olmazdı. Ortalarında bir avlu bulunan U-biçimli bir yapıda olurlardı ve kendilerinden sonra inşa edilen yapılar daha küçük plana sahip olurdu sonraki çağlarda yapılan saraylarda çok katlılık ön plana çıkmaya başladı Sarayların batı duvarlarında kesme taş ile ince işlenmiş desenler bulunurdu Bunun en bilinen örneği Knossos’daki saraylardır.



images (68)

KAYNAK-arkeofilicom

2 Beğeni

Göbeklitepe Arkeolojik Alanı, Şanlıurfa kent merkezinin 18 kilometre kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarındadır. Alan 1963 yılında, İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin ortaklığıyla gerçekleştirilen bir yüzey araştırması sırasında keşfedilmiş ve “V52 Neolitik Yerleşimi” olarak tanımlanmıştır.


images (41)

Tarihte yeni sayfalar açılmasına neden olan ve yüzlerce yıldır kabul edilen bazı bilgilerin değiştirilmesini gerekli kılan Göbeklitepe’nin keşif tarihi 1963 yılına gitse de ilk kazılar 1995 yılında başlamıştır.
images (40)

Bir yerleşim alanı olarak kullanılmayan yalnızca dinsel amaçlara hizmet eden bu yerde birden çok tapınak bulunur. Bu yönüyle de yalnızca dünyanın en eski değil, aynı zamanda en büyük tapınma merkezi olarak kabul edilir.
images (39)
images (38)

Tüm bu bölgenin Neolitik Çağ’ın inanç ve hac merkezi olduğunu akla getiren ve günümüze kadar 6 tanesi gün yüzüne çıkarılsa da toplam sayılarının 20’yi bulduğu jeomanyetik ölçümlerle belirlenen anıtsal yapıların biçimleri birbirine benzemektedir. Boyları 6 metreyi bulan T biçimli sütunlar üzerinde işlenmiş Neolitik Çağ’da taşa kazınan en eski resimler olan ve bazıları üç boyutlu olarak yapılmış hayvan tasvirleri atalarımızın sanatsal yeteneğini de gözler önüne sermektedir.

20 yıl boyunca burada kazı çalışmalarını gerçekleştiren Prof. Dr. Klaus Schmidt, T biçimli ve bazılarında el ve parmakların da görüldüğü bu sütunların insan figürlerini temsil ettiğini kesin bir biçimde dile getirmektedir. Kazılarda elde edilen buluntuların bir kısmını Şanlıurfa Müzesi’nde görmek mümkündür.

Göbeklitepe pek çok yeni bilginin açığa çıkmasını sağlasa da buluntularla ilgili hala çözülemeyen sorular bilim adamlarının kafasını kurcalamaya devam ediyor. Bu tapınakları yapanların kimler olduğu, Ağırlıkları 60 tonu bulan sütunların buraya nasıl taşındığı ve dikildiği, üstlerinin tonlarca toprak ve taş ile örtülerek neden gömüldükleri, tapınakların amacının tam olarak ne olduğu, cevaplanmayı bekleyen ve muhtemelen yıllarca sürecek araştırmaları gerektirecek gizemler.



images (37)

Kesin olan tek şey tüm bu araştırmaların insanlık tarihine katkı yapmaya ve şimdiye kadar yazılanları tamamen değiştirmeye devam edeceği…

Yerleşim ve tarım kavramlarından çok uzak olan avcı ve toplayıcı insan toplulukları zamanında, şehir hayatına henüz geçmeden inşa edilen ilk tapınak olan Göbeklitepe, son yılların “en büyük arkeolojik keşfi” olarak gösterilmektedir. Yaklaşık 12 bin yıl öncesinde nasıl tasarlandığı hala cevap bulamayan tapınak, Mısır Piramitleri’nden ve İngiltere’deki Stonehenge’den yaklaşık 7 bin 500 yıl önce inşa edilmiş olmasıyla da tüm dikkatleri üzerine çekmektedir.

Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü ve Göbeklitepe Kazılarının Sponsoru Doğuş Grubu verilerinden derlenmiştir.

3 Beğeni

1986’da bir grup Japon dalgıç tarafından keşfedilen ve Yonaguni açıklarında bulunduğu için Yonaguni Anıtı adını alan bir yapı herkesi şaşırtıyor. Yekpare bir kaya kütlesini son derece usta bir işçilikle yontup şehir haline getirmiş bir uygarlığın eseri olan bu gizemli yapı, Büyük Okyanus’un derinlerinde yatıyor. M.Ö. 10.000 yıllarında yapıldığı ve tahminen yine M.Ö. 3000 civarında sular altında kaldığı düşünülen Yonaguni’nin inşa edildiği tarihi bırakın, bugün bile bu şekilde bir şehir yapmak neredeyse imkansızdır. Merdivenleri, meydanları, odaları, sokak ve caddeleriyle tek parça bir kaya kütlesinden şehir yapmak belki de bundan bir kaç yüzyıl sonra başarabileceğimiz bir mühendislik teknolojisi gerektiriyor. Tahminlere göre bu antik kalıntıların üstünde, batmadan önce göz alıcı bir şehir yükseliyordu. Yonaguni çevresinde bulunan M.Ö. 2000 yılıyla ilişkilendirilebilen kalıntılar da bu teoriyi destekler nitelikte.
fft16_mf2430158
KAYNAK DUNYALİLAR.org

2 Beğeni

Kayıp kentler: And Dağlarının zirvesindeki Machu Picchu

Machu Picchu, insanların çok uzun zaman sonrasında bulduğu ve hala incelemelerin, araştırmaların sürdüğü bir bölge. 200’ün üzerindeki merdiven sistemiyle birbirine bağlanan taş bir yapıdan oluşuyor. Güney Amerika ülkesi Peru sınırları içinde bulunan Machu Picchu, günümüze kadar uzanan etkileyici bir Inka Antik Şehri. ‘Kayıp kentler’ arasına dahil ettiğimiz muhteşem şehir, 1450’den bu yana var. Ancak şehirde yaşayan halkın, İspanya’nın fethinin ardından boşaldığını ve bölgenin kaderi ile baş başa kaldığını biliyoruz.


Kocaman bir yeşilliğin bölgeyi çevirdiğini söyleyelim. Dev ağaçlar nedeni ile varlığı zaman içinde unuttuğumuz ve 1911 yılında, Yale Üniversitesi akademisyeni Hiram Bingham’ın yeniden keşfettiği bu kayıp şehir, günümüzde dünyanın yeni yedi harikası arasında yer alıyor.

4 Beğeni