Efsane Filmler (Yerli-Yabancı)

Bazı filmler vardır hayatımızda öyle bir yer edinir ki aslında o filmdeki karakter içimizden biri hatta adeta kendisi oluruz. İşte öyle filmleri size hissettirdiği duyguyu görebilmek adına iyi bir analiz yapabilmek için de paylaşımları sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

Rüzgar Gibi Geçti - Gone with the Wind (1939 Romantik/Savaş 3 saat 58 dakika)

Söylemeden edemeyeceğim. Adı rüzgar gibi geçti olmasına rağmen yavaş ilerleyen bir filmdi. Ama hayatımda izlediğim en iyi filmler arasında diyebilirim. Madam O’Hara kelimesini unutmayın. oldukça sık ve tahammül edilemeyecek bir sesten duyacaksınız.



Rüzgar Gibi Geçti’de Amerikan Sivil Savaşı’nın arifesinde, Georgia eyaletinin kırsal bir bölgesindeyiz… Scarlett, Suellen ve Careen ile birlikte İrlanda göçmeni bir ailenin kızlarından biridir. Güzeller güzeli Scarlett, Brent ve Stuart isimli iki kardeşle konuşmaktadır. Bu iki kardeş Scarlett’tan bir şeyi gizlemektedirler. Genç kızı gizlice sevdiği Ashley Wilkes isimli adam Scarlett’a aşık olsa da kuzeni Melanie ile evlenecektir. Henüz kimsenin bilmediği bu gerçek, yakın bir zamanda duyurulacaktır. Daha sonraları Scarlett, gönlünü Rhett Butler’a kaptırsa da Ashley’i aklından atamayacaktır.
Sivil savaşın gölgesinde yaşanan çok kahramanlı bir aşk hikayesini konu alan efsanevi film hem dönemin Amerikası hem de aşk halleri üzerine önemli şeyler söylüyor. Efsaneleşmiş müzikleri ve oyunculuklarıyla da ayrı bir ilgiyi hak eden film sekiz dalda Oscar ödülü kazanmıştır.

@Emir Rocky dedin de gerçekten harika seri değil mi?

Özellikle Rocky 1 - Rocky 4 serilerini hiç unutamıyorum.

Madem Rocky dedik Hadi detaylarına bir bakalım,

Rocky efsanesi nasıl doğdu? İşte gerçek hikaye



1976’da çekilen ilk Rocky filmi devamı gelecek filmlerin habercisiydi. İlk filmden sonra 5 film daha çıktı ve Rocky 6 filmlik bir seri oldu. Peki gerçek hikaye neydi?
Amerika’lı bir işçinin (Sylvester Stallone), iş dışı zamanlarında yerel bir kulüpte boks yaparken keşfedilerek kısa zaman içinde dünya şampiyonluğuna kadar giden yolda başından geçenleri konu alan film 10 dalda Oscar’a aday gösterildi. En iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi kurgu dallarında 3 Oscar aldı. Filmde yoksul ve kimsesiz bir boksör olan Rocky Balboa’nın yaşam hikâyesi anlatılırken filmin yapım süreci nasıl gelişti. İşte gerçek Rocky Balboa;


Sylvester Stallone, 1970-1975 yılları arasında filmlerde küçük rollerde yer almış bir türlü kalıcı olmayı başaramamış oyuncu adayı ve senaryo yazarı olmaya çalışan biridir. Başarılı olmamasında geçirdiği kısmi felcin etkisi büyüktür.

Stallone bankadaki son 106 dolarıyla New York’a gitmeye karar verir. Köpeği Butkus’la yola düşen Stallone, New Jersey otogarında günlerce kalır. Sonunda çok sevdiği köpeğine yiyecek alamadığı için 25 dolara satmak zorunda kalır. Önemli bir ayrıntıyı buraya not düşmekte yarar var. Filmdeki Rocky’nin köpeği Butkus, Stallone’nin gerçek hayattaki köpeğidir.



Stallone artık dibi görmüştür ve kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Bir gece televizyonda Muhammed Ali ve Chuck Wepner’ın boks maçına denk gelir. Herkes Chuck Wepner’ın 3 raund’da yıkılacağını düşünür. Ancak Muhammed Ali ne kadar sert vurursa vursun yere düşmez ve 15 raund Ali’ye karşılık verir. 15 raund sonunda Chuck Wepner maçı teknik nakavtla kaybeder.

Stallone bu maçtan çok etkilenir ve 3 gün kendini kapatarak bir senaryo yazar. Senaryo’nun adı Rocky’dir.



Stallone senaryosunu Irwin Winkler ve Robert Chartoff adında iki yapımcıya götürür. Yapımcılar senaryoyu beğenir ve Stallone’ye 350.000 dolar teklif eder. Stallone bu parayı kabul ederse filmin bütün haklarından vazgeçecektir. Stallone sevdiği köpeği bile bu uğurda kaybeder ve bu teklife yanaşmaz. Stallone’nin anlaşma için yalnızca tek bir şartı vardır: Rocky’i kendisi oynayacaktır.

Yapımcılar ilk başta buna yanaşmaz. Stallone bu kararından vazgeçmeyince kabul etmek zorunda kalırlar. Yapımcılar Chaplin’in kurucusu olduğu United Artists’e başvurur. Filmin bütçesini 2 milyon dolar olarak belirleyen şirket Stallone’nin oynayacağını öğrenince ilk başta bu durumu kabul etmez. Kabul ettiklerinde ise filme ayırdıkları bütçeyi 1 milyon dolara çekerler. Ayrıca şirket filmin zarara uğraması durumunda yapımcıların evlerine ve gelirlerine el koyacaktır.

Filmde Stallone’nin oynamasına izin verilir. Stallone’nin alacağı ücret 35.000 dolardır.

Stallone bu paranın 15.000 dolarını köpeği Butkus’u geri almak için harcamıştır.



Apollo Creed rolü için seçmelere gelen Carl Weathers bir boks sahnesinde Stallone’nin çenesine vurur. Stallone, yavaş olmasını söyler. Bunun üzerine Carl gerçek aktörü benim karşıma getirin diye karşılık verir. Yönetmen John G. Avildsen gülerek aktörün onun olduğunu söyler. İleride belki iyi olur diye karşılık verir Carl. Bunun üzerine Stallone, Apollo Creed rolünü Carl Weathers’a verir.



Yönetmen John G. Avildsen filmi 28 günde bitirir. Film çekilmeden önce Avildsen ne bir boks maçı ne de bir boks filmi izlemiştir.



Ve Rocky’nin çekimleri başlar. Film bittiğinde herkesi bir sürpriz bekliyordur.



Hiç kimsenin şans vermediği film 1976 yılında vizyona girer ve yılın en büyük gişe hasılatını yapar. Amerika’da herkesin dilinde artık sadece Rocky vardır.

Rocky o sene Taxi Driver’ı geride bırakarak en iyi film dalında Oscar’ı alır. Film Oscar’ı alan “ilk spor filmi” olur. Oscar töreninde yapımcılar Irwin Winkler ve Robert Chartoff, Stallone ile birlikte.


Stallone hayalinden hiçbir şekilde vazgeçmedi ve kararlarının arkasında durdu. Belki Sylvester Stallone bu kadar kararlı olmasa film efsane olmayacaktı.

Son olarak Rocky filminden birkaç replik;

“Dünya her zaman güllük gülistanlık değildir. Acımasız ve kötü bir yerdir. Ne kadar güçlü olduğun önemli değildir. İzin verirsen seni dizlerinin üstüne çökertir, sonsuza kadar orada kalmana sebep olur. Sen, ben, hiç kimse hayat kadar güçlü darbe vuramayız. Ama önemli olan ne kadar güçlü vurabildiğin değil, önemli olan o darbeyi yedikten sonra ileri doğru gitmeye devam edip edemediğindir. Kaç darbe alıp hayatta yoluna devam edebiliyorsun? İşte kazanmak böyle bir şey! Kendine inanmaya başlayana kadar, kendine ait bir hayatın olmayacak!”

“Acı Yok Rocky!”

“Eğer ben değişebilirsem, sen değişebilirsin. Herkes değişebilir.”

Uzun Hikâye: Adalet ve Sevginin Yolculuğu

Yazıyor abiler, yazıyor! Sinemayı yakıp Münire’yi kaçırıp, sinemayı yakan Bulgar Ali’nin destanını yazıyor!

Osman Sınav’ın yönetmenliğinde, Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinden uyarlanan Uzun Hikâye, izleyiciyi aşk, adalet ve aile bağları üzerine dokunaklı bir yolculuğa çıkarıyor. Kenan İmirzalıoğlu’nun hayat verdiği Ali karakteri, hakkaniyetli duruşu ve mücadeleci kişiliğiyle filme damgasını vuruyor.

Hikâyenin Özeti:

Ali, genç yaşta göç etmek zorunda kalan, tren istasyonlarında aşkı Münire’yi (Tuğçe Kazaz) bulan, ideallerinden asla vazgeçmeyen bir adamdır. Ancak, inandığı değerler uğruna sürekli ailesiyle yeni yerlere göç eder ve her seferinde yeniden başlar. Oğlu Mustafa’nın gözünden anlatılan hikâye, baba-oğul ilişkisi ve toplumsal adaletin etkileyici bir portresini çizer.

En Çarpıcı Replikler:

• “Herkes bir köşeye sinmiş, kimse hakkını aramıyor. Biz susarsak, çocuklarımız ne yapar?”
  Ali’nin adaletsizlik karşısındaki dik duruşunun özeti.
• “Baba, neden hep biz gidiyoruz?”
  Mustafa’nın sorusu, bir çocuğun sürekli yeni başlangıçlarla yüzleşmesini sade ve vurucu bir şekilde yansıtıyor.
• “İnsan sevdiği için yola çıkar. Gerisi hikâye.”
  Ali’nin Münire’ye duyduğu aşkla yaptığı fedakârlıkların tek cümlelik açıklaması.

Temaların Derinliği:

• Aşk ve Aile: Ali ve Münire’nin saf aşkı, güçlü aile bağlarıyla birleşerek hikâyenin temelini oluşturuyor.
• Adalet Mücadelesi: Ali’nin kasabadan kasabaya göç ederek verdiği mücadele, toplumsal adaletsizliklere karşı bir duruşu simgeliyor.
• Baba-Oğul İlişkisi: Mustafa’nın babasına olan hayranlığı, filmin samimi ve duygusal boyutunu öne çıkarıyor.

Nostaljik Bir Yolculuk:

Film, Türkiye’nin 1940’lı-70’li yıllarına ait detayları ve Candan Erçetin’in nostaljik melodileriyle zamanın ruhunu başarıyla yansıtır. Tren istasyonları, küçük kasabalar ve dönemin sosyal dokusu izleyiciyi geçmişe götürürken hikâyenin derinliğini artırır.

Neden İzlenmeli?

Uzun Hikâye, adaletin ve sevginin bir insanı nasıl şekillendirdiğini gösteren sıcak, insani bir hikâye. Eğer idealizmin, aşkın ve aile bağlarının gücüne inanan biriyseniz, bu film sizi derinden etkileyebilir.

Sizin için: Bir tren düdüğü, bir aşk hikâyesi ve uzun bir mücadele… Ali’nin cesareti ve Mustafa’nın gözünden anlatılan bu hikâye, hayatın anlamına dair önemli sorular sorduruyor. Uzun Hikâyeyi izlerken kendinizi, değerlerinizi ve hayat yolculuğunuzu sorgulayabilirsiniz.

Patrice Leconte tarafından yönetilen, 1999 yapımı Fransız drama filmidir. Siyah-beyaz olarak çekilen film, aşk, şans ve hayatın beklenmedik yönleri üzerine derinlemesine bir hikâye sunuyor. Başrollerini Vanessa Paradis (Adèle) ve Daniel Auteuil (Gabor) paylaşmaktadır.

Konu: Adèle, hayatındaki şanssızlıklarla baş edemez hale gelip bir köprüden atlayarak yaşamına son vermeye karar verir. Ancak, tam bu sırada köprüde karşılaştığı bıçak fırlatıcısı Gabor, ona yardım eder ve birlikte bir yolculuğa çıkarlar. Adèle, Gabor'un gösterilerinde partneri olur ve birlikte Avrupa'da birçok sirk ve performans sergilerler. Bu süreçte birbirlerinin hayatlarına şans getirdiklerini fark ederler, ancak ilişkilerinin karmaşıklığı ve kaderin etkisiyle olaylar beklenmedik bir şekilde gelişir.

Şans ve Kader Üzerine Derinlemesine Bir Yaklaşım​

Filmin ana teması "şans" ve insanların hayatında nasıl işlediğidir. Adèle ve Gabor’un birbirlerine şans getirmesi, izleyiciyi tesadüfler ve kader üzerine düşünmeye sevk eder. İkilinin hayatı, karşılaşmalarından sonra köklü bir şekilde değişir, bu da filmin hem romantik hem de felsefi bir derinliğe ulaşmasını sağlar.

Film, Paris'ten İstanbul'a uzanan bir yolculuk boyunca, hayatın tesadüfleri ve "şans" kavramını irdeleyen bir anlatıya sahiptir. Filmin müzikleri, Angelo Badalamenti tarafından bestelenmiştir ve özellikle Marianne Faithfull’ın "Who Will Take My Dreams Away" şarkısı, unutulmaz sahnelerden birine eşlik eder.