Bu Siteyi Ziyaret Etmek İçin Lütfen Tarayıcınızda JavaScript'i Etkinleştirin.

Felsefe | Sayfa 2 | WowTurkey Kaliteli Genel Forum Sitesi Bilgi Resim Ulaşım

Felsefe

  • #21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Felsefenin tarih boyunca sorduğu meşhur sorular, insan zihninin en temel ve evrensel meseleleriyle ilgilidir. Bu soruların birçoğu hâlâ net cevaplara ulaşmamıştır, çünkü felsefe cevaplardan çok düşünme biçimi ve sorgulama sanatıdır. Aşağıda, felsefi kategorilere göre en bilinen ve düşünce tarihini şekillendiren sorulardan bazılarını paylaşıyorum:




🧠 Metafizik (Varlık Felsefesi)​


  1. "Ben kimim?"
    – Bireysel varlık, öz, ruh, bilinç gibi kavramlarla ilgilidir.
  2. "Gerçek olan nedir?"
    – Dış dünya gerçekten var mı, yoksa her şey bir yanılsama mı?
  3. "Tanrı var mıdır?"
    – Teistik, ateistik, agnostik bakış açılarını doğurmuştur.
  4. "Özgür irade var mı?"
    – İnsan gerçekten özgür mü, yoksa her şey belirlenmiş midir?



🧩 Epistemoloji (Bilgi Felsefesi)​


  1. "Ne bilebiliriz?"
    – Bilgi ile inanç arasındaki fark nedir?
  2. "Kesin bilgi mümkün müdür?"
    – Şüpheciliğin ve rasyonalizmin temel sorusudur (Descartes: “Düşünüyorum, öyleyse varım”).
  3. "Duyularımız bizi aldatabilir mi?"
    – Rüya mı gerçek, gerçek mi rüya? (Platon’un Mağara Alegorisi)



🧭 Etik (Ahlak Felsefesi)​


  1. "İyi nedir?" / "Doğru nedir?"
    – Göreceli midir yoksa evrensel mi?
  2. "Bir eylem niyete göre mi, sonuca göre mi değerlendirilmeli?"
    – Kant (niyet), Utilitaristler (sonuç) bu soruya farklı cevaplar verir.
  3. "Kötülük neden vardır?"
    – Tanrı inancı olan felsefelerde özellikle çetin bir problem.



🧑‍🤝‍🧑 Siyaset Felsefesi​


  1. "Adalet nedir?"
    – Platon’dan Rawls’a kadar pek çok düşünür bu soruyu tartışmıştır.
  2. "Devletin meşruiyeti nereden gelir?"
    – Toplum sözleşmesi teorileri bu soruya cevap arar (Hobbes, Locke, Rousseau).
  3. "Özgürlük ile güvenlik arasında denge nasıl kurulur?"



🎨 Estetik (Sanat Felsefesi)​


  1. "Sanat nedir?"
    – Taklit mi, ifade mi, haz aracı mı?
  2. "Güzellik öznel midir, nesnel mi?"



🗣 Dil Felsefesi​


  1. "Bir kelime neyi temsil eder?"
    – Anlam dilin içinde mi, dışındaki nesnede mi?
  2. "Dile dökülemeyen şeyler düşünülebilir mi?"
    – Wittgenstein’ın “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” sözü bu soruya işaret eder.



🧪 Bilim Felsefesi​


  1. "Bilimsel bilgi diğer bilgilerden üstün müdür?"
  2. "Bir teori ne zaman bilimsel sayılır?"
    – Karl Popper: Yanlışlanabilirlik ilkesi



💭 Zihin Felsefesi​


  1. "Zihin ile beden aynı şey midir?"
    – Dualizm (Descartes) vs. Fizikalizm
  2. "Yapay zekâ düşünebilir mi?"
    – Güncel felsefi tartışmaların başında gelir.



🔍 Bazı Tüm Zamanların En Meşhur Felsefi Soruları​


SoruAçıklama
"Hayatın anlamı nedir?"Hem varoluşsal hem metafizik hem etik yönü vardır.
"Gerçeklik sandığımızdan farklı olabilir mi?"Simülasyon teorisi gibi modern versiyonları vardır.
"İnsan doğası özünde iyi midir, kötü mü?"Etik ve siyaset felsefesinin ortak alanı.
"Bir başkasının zihin dünyasını bilebilir miyim?"Zihin felsefesinin temel problemi.
 
  • #22
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Hayatın anlamı nedir?

Bu soru farklı insanlar tarafından farklı şekillerde algılanabilir ve "anlam" sözcüğünün buradaki belirsizliği farklı açıklamalara yol açar: "Hayatın kökeni nedir?", "Evrenin ve yaşamın doğası nedir?", "Hayatı değerli kılan şey nedir?", "İnsanın hayattaki amacı nedir?"

İnsanın hayattaki amacı nedir? Sorusu Zariyat suresi 56. Ayette şu şekilde cevaplanmıştır:

Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.

Hayatı değerli kılan şey nedir? Bir şeyin değeri yokluğunda anlaşılır. Hayatın yokluğu ölümdür.

Farklı şekilde söyleyecek olursak hayatı değerli kılan ölümdür.

Mülk Suresi 2. ayette şöyle buyurulmaktadır:

Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.

Evrenin ve yaşamın doğası nedir?

Bu soruya cevap teşkil edecek farklı ayetler mevcuttur.

Nûr Suresi - 35. Ayet meali:

Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.

Ankebût Suresi – 64. Ayet meali:

(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!

Yâsîn Suresi – 52. Ayet:

Derler ki: “Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!”

Bir hadis meali şu şekildedir:

"İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar." (bk. Aclunî, Keşfu'l-hafa, 2/312)

Hayatın kökeni nedir?

Bir şiirde şu ifade geçer:

Şu mahiler (balıklar) ki derya (deniz )içredir deryayı (denizi) bilmezler...

Balıklar deryada sakin, usulet ve sükunetle yüzerken içlerinden birinin sorması ile şaşırıp kalmışlar. Su nedir? Soru oldukça basittir. Ama yıllar yılı içinde sürekli yüzüp yüzgeç attıkları suyun hakikatini hiç biri bilemez. Bunun üzere araya araya balıkların pirini bulur ve ona sorarlar;

Ey pirim,üstadımız,bu su nedir,nicedir? diye sorunca balıkların piri hiç düşünmeden

Ben sudan başka bir şey görmüyorum ki onu size anlatayım” diye cevap vermiş.

Bakara Suresi - 117. Ayet meali:

O, göklerin ve yerin eşsiz-örneksiz yaratıcısıdır; bir şeyin olmasını dilediğinde ona “ol!” der, hemen oluverir.
 
  • #23
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Gerçeklik sandığımızdan farklı olabilir mi?

Risale-i Nur külliyatı Mektubat isimli eserin Birinci Mektup bölümünde şu ifade mevcuttur.

Birinci Suâl: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, ne için bazı mühim ulemâ hayatını kabul etmiyorlar?

Elcevab: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat (hayat mertebeleri) beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ulemâ hayatında şübhe etmişler.

Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir.

Kehf / 11. Ayet meali

Bunun üzerine biz de onları sığındıkları o mağarada yıllarca sürecek derin bir uykuya daldırdık.

Bakara / 259. Ayet meali

Veya şu kimsenin hâline bakmaz mısın ki o, altı üstüne gelip harap olmuş ıpıssız bir şehirden geçerken: “Allah, harabeye dönmüş bu yeri acaba nasıl diriltecek?” demişti. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz yıl sonra diriltti. Sonra da kendisine “Burada ne kadar kaldın?” diye sordu. O da: “Ya bir gün, yahut daha az” dedi. Allah şöyle buyurdu: “Hayır, yüz sene kaldın. Şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak, kemikleri nasıl çürümüş! Biz seni insanlara yeniden dirilmenin gerçekliğine dâir bir delil kılalım diye böyle öldürüp dirilttik. Şimdi de şu kemiklere bak, onları nasıl da birleştirip yerli yerine koyuyor, sonra da onlara et giydiriyoruz!” O kişi, gerçek bu şekilde kendisine apaçık belli olunca: “Artık çok iyi biliyorum ki Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir” dedi.

Şu’arâ Suresi 45. Ayet Meali

Sonra Mûsâ da değneğini yere attı; bir de ne görsünler, onların düzmece nesnelerini yutuveriyor!

Tâhâ Suresi - 22 . Ayet meali

“Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık yüzünden olmaksızın, bir başka mûcize olarak elin bembeyaz çıkacaktır.

Enbiyâ Sûresi 82. Ayet meali

Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.

Neml Suresi - 16 . Ayet meali

Süleyman Dâvûd’un yerine geçti. Dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lutuftur.”

Neml Suresi - 17. Ayet meali

Bir zaman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları Süleyman’ın emrinde toplanmış, birlikte sevk ve idare ediliyordu.

Neml Suresi - 40 . Ayet meali

(Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya kadar getiririm” diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.”

Sebe' Suresi - 12 . Ayet meali

Süleyman’ın emrine de sabahleyin bir aylık, akşamleyin bir aylık yol almakta olan rüzgârı verdik. Onun için bakır madenini eritip akıttık. Cinlerden de rabbinin izniyle onun maiyetinde çalışanlar vardı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona yakıcı ateşin azabını tattırırdık.

Sebe' Suresi - 13 . Ayet meali

Onlar Süleyman’a, isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.

Kehf Suresi - 96 . Ayet meali

Bana, demir kütleleri getirin.” Nihayet (vadiyi demirle doldurup) iki dağın arasını aynı seviyeye getirince, “Ateşi körükleyin!” dedi. Artık onu kor haline getirdiği vakit, “Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim” dedi.
 
  • #24
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

İnsan doğası özünde iyi midir, kötü mü?

Şems Suresi - 7-10. Ayet meali

﴾8﴿ Ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene ki,

﴾9﴿ Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.

﴾10﴿ Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir.

Ahzâb Suresi – 72. Ayet meali

﴾72﴿ Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.

İsrâ Suresi - 1 . Ayet meali

﴾11﴿ İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir!
 
  • #25
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Fahreddin er-Râzî’ye dayandırılan bir tanımda zihnin nefse bilgileri edinme imkânını sağlayan yetenek olduğunu, bu yeteneğin iyi işlemesine “fıtnat”, hızlı işlemesine “zekâ” denildiğini aktarır.

A'râf Suresi - 179. Ayet meali:

﴾179﴿ Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.

Düşünce okumak sadece dinden kaynaklanmaz; din dışı bilgilerle de bir sanat olarak okunabilir. Konuyu birkaç madde hâlinde izah edelim:

a) Karşıdaki insanın KALBİNDEN geçenleri bir prensip hâlinde okuma işi, -Allah bildirmedikçe- hiçbir insana, peygamberlere de müyesser olmaz.

b)
Bir prensip hâlinde, istediği zaman başkasının düşüncesini okumak imtihan sırrına da aykırıdır. Çünkü karşıdaki insanın veya insanların senin hakkında besledikleri bir kötülüğü fark edip o planı bozmak da normal imtihan sırrına aykırıdır.

c) Peygamberler veya Allah’ın veli kulları, Allah’ın bildirmesiyle ve ilham ile bazen başkasının kalbinden geçenleri okuyabilir. Bunların çok vakıaları vardır.

Dediğimiz gibi bu hâl sürekli değil, ilahi hikmetin öngördüğü bazı zamanlarda mümkündür ve vakidir.

Hamdi Yazır, bu konuda kendi tecrübelerinden birini şöyle anlatır:


"Talebeliğimde bir gün okuldan çıkıp ikametgâhıma geldim. Pencerenin önüne oturur oturmaz, birden büyük amcam hatırıma geldi, kalbime derin bir hüzün çöktü. Ağlamak istedim. Hâlbuki başka zamanlar onu hatırladığımda bir neşe ve inşirah duyardım. Bugün bu hatırlamanın bu tarzda olmasından o günün tarihini kaydettim. On beş gün sonra memleketten posta ile mektup aldım. Babam, o gün amcamın vefat ettiğini... yazıyordu." (bk. Hak Dini, 4/2920)

Tabii ki bu aynı zamanda bir hiss-i kablel-vuku olarak da bilinir.

d) Sanat tekniği itibariyle de bu türden düşünceyi okumak mümkündür. Bu gibi teknik yapısıyla ortaya konulan zihinsel alışverişe "Telepati" denilir.

Telepati kavramı kısaca bilinen beş duyu organının yardımı olmaksızın gerçekleştirildiği varsayılan bilgi aktarımıdır. Telepati, duygu, düşünce ve hislerin ruhsal yolla aktarılması, iletilmesidir. Bir çeşit ruhsal iletişim mekanizması olarak kabul edilmektedir.

e) Peygamberlerin mucizelerinin bir benzerini yapmak, maddi teknoloji vasıtasıyla onu hayata geçirmek mümkündür. (Risale-i Nur Külliyatı Sözler isimli eser 20. Söz)

Elbette evliyaların birer kerameti sayılan düşünceyi okuma harikasını da diğer insanların belli sanatsal teknik ve teknoloji sayesinde okuyup hayata geçirmeleri mümkündür.

Not: Bu mesajdaki bilgiler sorularla İslamiyet sitesinden derlenmiştir.
 
  • #26
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Ben kimim?

  • Ben, insanım.
  • Tüm varlıklar etrafımda pervanedir.
  • Cebrail, benim için Rabbimden haberler getirir, haberler götürür.
  • İblis, benim için Rabbine düşman kesildi.
  • Gül, bir anlık bakışım için gülümser.
  • Arı, bana hizmet etmenin şevkiyle bal yapar.
  • Aslım topraktır, ama ruhum görünmez fezalarda uçar.
  • Gayb ile şehadet bende buluşur, mânâ ile madde bende birleşir.
  • Efendi de benim, köle de.
  • Cihanın sultanıyım, ama Onun kuluyum.
  • Kendi başıma bir hiçim. Varlığım bir gölge, elimde olana “benim” deyişim bir vehimden ibaret. Neyim varsa O verdi. Ben, Onun için varım. İlmim, iradem ve kudretim hep Rabbimden. Ben, Mabuduma kulluk etmek için buradayım. Acizliğimi bilir kudretine sığınırım, zayıflığımı görür kuvvetine dayanırım, fakirliğimi anlar rahmetine güvenirim, kusurumu fark eder affımı isterim.
  • Nefsim, can düşmanlarımla işbirliği halinde. Ben, Ona gitmek isterim. İblis beni aldatıp kendi yolunda yürütmek ister.
  • Önümde, gidilebilecek son noktaya kadar giden bir Rehberim, ilimde marifet yollarını tarif eden söz mucizesi bir Kitabım var. Bilirim, gözüm kitapta, özüm izde oldukça İblis beni aldatamaz.
  • Bütün kapılar bende açılır, bütün yollar benden geçer ve Ona gider.
  • Hem yolcuyum, hem yol. Hem kapıyım, hem anahtar.
  • Her neye baksam Onun sıfatlarını görüyorum. Ne yana dönsem Onun fiilleriyle karşılaşıyorum.
  • Ben kulum, kula yakışanı yapma çabasındayım.
  • Aklım var ve onu kullanmam gerektiğini biliyorum.
Not: Bu mesajdaki bilgiler sorularla İslamiyet sitesinden derlenmiştir.
 
  • #27
Gölgeler Ülkesi

Yerin altında, ışığın asla dokunmadığı derin bir mağara vardı. Bu mağarada, doğdukları andan itibaren zincirlenmiş insanlar yaşardı. Başlarını bile döndüremez, sadece karşılarındaki taş duvara yansıyan gölgeleri görebilirlerdi. Arkalarında yanan bir ateş ve önünden geçen nesneler, o gölgelerin kaynağıydı. Gölgeler, onlar için tek gerçeklikti. Dünya, seslerden ve karanlık silüetlerden ibaretti.

Zamanla içlerinden biri, adı Eran, zincirlerini gevşetmeyi başardı. Büyük bir korkuyla kalktı yerinden. Ayakları titriyordu; çünkü ilk kez kendi bedenine ait bir gölge görüyordu duvarda. Gölgelerle gerçeğin farklı olduğunu sezmişti. Zorlukla yürüyerek ateşin olduğu yere geldi. Işık gözlerini yaktı. Gözlerini kısmaya çalıştı ama bir şey dikkatini çekti: Gölgelerin asıl kaynakları, taş duvara değil, buradaki nesnelere aitti.

Eran, cesaretini toplayıp mağaranın dışına tırmandı. Gözleri kamaştı; güneşin gerçek ışığı onu kör etti neredeyse. Önce sadece gölgeleri, sonra suya yansıyan imgeleri, en sonunda ise gerçek nesneleri görmeye başladı. Rüzgarı hissetti. Kuşların sesini duydu. Gözleri alıştıkça dünya ona bir mucize gibi görünmeye başladı. Gerçeğin, mağaradaki yansımalarla hiçbir ilgisi yoktu.

Ama bir düşünce yakasını bırakmadı: Diğerleri hâlâ zincirliydi. Onlara da bu hakikati göstermeliydi.

Mağaraya geri döndü. Ancak karanlığa alışmış gözleri bu kez kör olmuş gibi oldu. Diğerleri onun tökezlemesine güldü. Eran konuşmaya çalıştı: “Gölgeler gerçek değil, dışarıda bambaşka bir dünya var!” dedi.

Ama zincirli insanlar ona inanmadı. “Dışarı diye bir yer yok,” dediler. “Sen gölgelerin efendisiydin, ama şimdi aklını yitirmiş gibisin.”

Eran, karanlıkta suskun kaldı. Gerçeği gören ama anlatamayan biri olarak zincirlerin hemen yanına oturdu. Çünkü bazen özgürlük, gerçeğe ulaşmak değil; onu anlatabilmenin de yolunu bulmaktır.
 
  • Beğen
Tepkiler: yuSuF
  • #28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

• Duyularla mı, akılla mı bilgi edinilir?

• Bilgi kesin midir, göreli midir?

Bilgi,
doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarıdır.

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma‘rife terimleriyle ifade edilen bilgi, daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin malumat kelimesiyle de karşılandığı görülür.

Bilginin tam zıddı olan bilgisizlik ise cehl kelimesiyle ifade edilir.

Kur'an-ı Kerîm’de bilgi (ilim), en sık kullanılan anlamıyla ilâhî vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. Burada kelime tam mânasıyla tek gerçek olan hakka, hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir.

Bunun yanı sıra ilâhî mesajın insan bilgisine kılavuz olma özelliği de vardır.

Bilginin Kaynakları


Bilgi problemi açısından bakıldığında Kur’an’ın bilgi kaynağını, vahiy başta olmak üzere duyular, akıl yahut bunun ötesinde kalbî sezgi olarak tesbit ettiği görülmektedir. Kur’an’da yer yer göz, kulak ve kalbin (bazan “fuâd” şeklinde) birlikte anılması yanında kalbin akledici fonksiyonunun vurgulanması dikkat çekicidir (bk. A‘râf 7/179; Yûnus 10/31; Nahl 16/78, 108; İsrâ 17/36; Hac 22/46; Secde 32/9; Câsiye 45/23).

Vahiy karşısında bilme ve inanmanın birbirine dönüşmesi de tabiidir. Zira ilke olarak vahiy mutlaktır; duyu ve akıl idrakleri ise onu destekleyen ve doğrulayan tecrübî ve nazarî bilgilerdir. Buna karşılık duyu ve akıl seviyesindeki bilgi mutlak bilgiyi kuşatma kudretine sahip değildir. İnsan zihninin başlangıçta bir tür “boş levha” (tabula rasa) olduğunu haber veren Kur’an (bk. Nahl 16/78), aklı yapan şuur muhtevalarının tecrübelerle sonradan oluştuğuna işaret etmektedir. Bu tesbit bazı deneyci bilgi teorilerini bir ölçüde haklı çıkarmaktadır.

Kelâm ilminde duyularla elde edilen bilgi zorunludur. Duyular dolaysız bilginin, akıl yürütme (nazar) ise kazanılmış (iktisâbî) bilgilerin kaynağıdır. Akıl veya şuur insandaki mantık ve matematik ilkeler gibi ilk bilgiler yanında haz, elem, sevinç, sağlık vb. tecrübelerin idrakini de sağlar (Bâkıllânî, s. 7-8; Bağdâdî, s. 8-9; Râzî, s. 16 vd.).

Yine kelâmcılara göre gerçeğe uygun haber (haber-i sâdık) doğru bilgidir. Çünkü burada da realiteye uygunluk şartı gerçekleşmektedir. Bu haber ya yalan söylemek üzere bir araya gelmeleri imkânsız bir topluluk tarafından verildiği (mütevâtir haber) yahut da peygamber tarafından bildirildiği için doğrudur ve kesin bilginin ifadesidir. Ancak mütevâtir haberin akıl ve gözleme dayalı bilgilerle çelişmemesi gerekir.

En genel ifadesiyle fizik dünya hakkındaki bilgi, insan aklının dış dünyaya yönelmesi ve fizikî nesnelerin formlarını maddesinden soyutlayarak kavramasıyla oluşmakta, varlığın maddesi yani kendisi ise bilinmez olarak kalmaktadır. Bu anlamda bilme bir soyutlama işlemidir. Bu işlemle önce nesnelerin sûretleri kavranarak tasavvurlara (tasavvurât), bu tasavvurlar yardımıyla da önermeler şeklindeki tasdiklere (tasdîkāt) ulaşılır.
Yakin, sözlük mânâsıyla “sağlam, kesin bilgi; tereddütsüz, şüphesiz ilim.” demektir.

Yakinin üç ana mertebesi vardır:

- İlmelyakin,

- Aynelyakin,

- Hakkalyakin.

İlm-ül-yakîn, ilimle bilmek,

Ayn-ül-yakîn, gözle görerek bilmek,

Hakk-ul-yakîn, her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir.


Bir misalle açıklayalım!

Medine-i münevverede yaşayan bir kimse, ömründe hiç kar görmese, kar kendisine anlatılsa, bu kimsenin kar hakkındaki bilgisine (İlm-ül-yakîn) denir.

Yakından karı görmekle hasıl olan bilgisine de (Ayn-ül-yakîn) denir.

Karı eline alıp incelese, soğukluğunu öğrense, biraz yiyip tadına baksa, bu bilgisine de (Hakk-ul-yakîn) denebilir.

Murakabe yaparken evliyada bazı hallerin hasıl olmasına (İlm-ül-yakîn) denir. Kalbde bir ışık parlamasına (Ayn-ül-yakîn) denir. Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmaya da (Hakk-ul-yakîn) denir.

Not: Bu mesajdaki bilgiler sorularla İslamiyet sitesinden derlenmiştir.
 
  • #29
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

İnanç ve bilgi arasındaki fark nedir?

Bilgi ile inanç arasındaki ilişkiyi en güzel ifade eden açıklama şöyle olabilir: Bilgisiz inanç olmaz; inançsız da bilgi olmaz.

Meselâ birisi bize dese ki Paris diye bir şehir var. Bizim buna inanmamız için Paris hakkında biraz bilgi edinmemiz gerekir. Bilmeden nasıl inanalım? Bu durumda Paris hakkında bilgi elde etmeye çalışırız; önce şayet hiç duymamış ve bilmiyorsak şehir nedir, nasıl olur öğrenmeye çalışırız. Sonra Paris nedir, nerededir ve gerçekten orada insanlar yaşıyor mu, binalar ve şehirlerde olması gereken diğer yapılar var mı öğrenmeye çalışırız. Belli bir bilgi birikimi elde ettikten sonra Paris diye bir şehir gerçekten var mı, yok mu diye inanmaya başlarız. Bu husus her türlü inanç için geçerlidir. Bir bilgi birikimi o birikimin gerektirdiği şekilde bir inanç elde etmemize yol açar.

İnançsız bilgi olmaz sabitlemesine gelecek olursak bunun bir önceki husustan çok farklı bir şey olduğunu anlamamız gerekir. Zira benim bilgim varsa bunula yeni bilgiler üretebilirim. Fakat bu her zaman mümkün olmuyor, özellikle çok karmaşık ve zor konularda ne kadar bilginiz olursa olsun bir müddet sonra bir fikir ele edinebilirsiniz ancak acaba doğru mu değil mi emin olamazsınız. Bu durumda ne yapabilirsiniz? Yapılabilecek en mantıklı yol en son ulaştığınız fikrin doğruluğuna “inanmak” olacaktır. İşte böyle durumlarda inanç devreye girmektedir. Bilginin yol alması için inanca ihtiyaç duyulmaktadır. Fakat belli bir zaman sonra o inancın fikir olarak veya bilimsel bir teori olarak doğru olmadığı da ortay çıkabilir ki bu duruda o inançtan vaz geçip tekrar yola devam etmek için yeni bir fikir üretip ona inanarak doğruyu buluncaya kadar yol almanız gerekir. Bu durumda dikkat edilirse bilginin inanca olan ihtiyacı “yokluktan” kaynaklanmamaktadır. Yani inanç yoksa bilgi de yoktur anlamına gelmemektedir. Diğer taraftan bilgi olmadan inancın olmaması yokluktan kaynaklanır; yani bilgi yoksa inanç da yoktur.

Bilgi kavramının Kur’an’da dört anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz:

1. Sözlük anlamında;

2. Allah’ın bilgisi anlamında;

3. Vahyin getirdiği bilgi anlamında ve nihayet;

4. Mü’minin vahiy yardımıyla elde ettiği imanî bir bilgi anlamında.

İnanç, bir düşünceye gönülden bağlı bulunmayı gerektirir.

Bilgi olarak kabul ettiğimiz şey aslında yalnızca belirli bir ALGILANAN kesinlik derecesine sahip inançtır.


Algılanan kesinlik diyorum, çünkü Popper bunun gerçek bir kesinlik değeri taşımadığını savundu; yalnızca ardışık olarak kanıtlarla doğrulanmış önermeler olarak algılanabilir. Ancak daha önce belirtildiği gibi: böyle bir önermeyi çürüten, bilgi olduğuna inanılan tek bir gözlem onu çürütmek için yeterli olabilir.

Not: Bu mesajdaki bilgilerden bazıları sabite org sitesindeki açıklamalardan derlenmiştir.
 
  • #30
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Doğru nedir?

Enfâl Suresi 29. Ayet meali


Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.
 
  • #31
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Özgürlük nedir?

Zâriyât Suresi – 56. Ayet meali

Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.

Yaşamda, seçim yapmakta ÖZGÜR olduklarını zannedenlere hayret ediyorum. Bir KULun YARATANININ rızasına uygun olanını seçmek dışında bir alternatifi olabilir mi?
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar